Başlıktaki sendromun tanımına geçmeden önce hem kendime hem de sizlere öznel bir soru sormak istiyorum.
Kitaplarla dolu bir duvar mı, yoksa boş bir duvar mı daha estetiktir?
Soru öznel olsa da tahmin ediyorum ki, hemen hepimiz, kitaplarla dolu bir duvarın daha estetik olduğu konusunda hem fikiriz.
“Bu devirde ne kitabı ne kitaplığı canım, bu çağda her şey elektronik” diyenlere de saygım sonsuz tabi ki!
Ancak çoğumuzun evinde varlığıyla gurur duyduğu ve nedense misafir ağırladığımız salonların başköşesinde ya da bir köşesinden diğerine, heybetiyle göz kamaştıran kitaplıklarımız var. Dürüst olmak gerekirse okumayı çok sevdiğimiz için mi kitapların varlığından mutluyuz yoksa bizi kültürel açıdan daha zengin gösterdiği için mi kitapların varlığına ihtiyaç duyuyoruz bu konu üzerine bir düşünelim isterseniz.
Bazı insanlar çok iyi okuyucu olduklarının, başkaları tarafından görülmesini isterler. Bu yüzden çok fazla kitap satın alırlar ve sergilerler. İşte bu tip insanlar kitap okuyarak kendilerini geliştireceklerini düşünürler. Bu yüzden çok fazla kitap satın alırlar ve bunları okuduktan sonra daha iyi bir yaşam süreceklerini hayal ederler. Bu hayal, zaman içinde sürekli satın alınan kitapları evde bir yığın haline getirir. Kişi kitabın kendisine katacakları ile ilgili hayal kurarken, okumaktan daha fazla haz alır.
Bazı bireyler ise hayran oldukları kişiyi taklit ederler. Bu kişilerin satın aldıkları kitapları görüp onlar kadar iyi olabilmek için satın alırlar ve daha sonra okumak üzere rafa kaldırırlar.
İnsanların büyük çoğunluğu ise, kitap satın almanın kendi hayatları üzerinde kontrol ve güç sahibi olma hissi verdiği için kitap satın aldıklarında kendilerini mutlu hissettiklerini ifade ederler.
Bazı kişiler de okumak istediği, merak ettiği ve ilginç bulduğu kitapları hemen satın almayı tercih ederler. Çünkü istediği kitabı/kitapları bir daha bulamayacağı düşüncesinden korkarlar. Bu his olumsuz duygu ve endişelere sebep olduğundan kitabı hemen satıp alıp okumak üzere rafa kaldırırlar.
Anlaşılan o ki; nedeni ne olursa olsun bir gün okurum niyeti ile durmadan kitap satın alırız.
Peki, hiç çok fazla kitaba sahip olma durumunu yücelten pozitif algı çerçevesinden sıyrılıp bunun bir tür istifçilik olabileceğini düşünmüş müydünüz?
Eğer cevabınız hayır ise yüzümüzü Japonya’ya dönüp yazının başlığı olan ‘’Tsundoku Sendromu’’nu incelemenin faydalı olacağına inanıyorum. Japonca kökenli bir kelime olan tsundoku, bireyin okuyamayacağı kadar kitap alması ve henüz okunmamış bir yığın kitabı olmasına rağmen ‘’okuma niyeti ile ’’ yeni kitaplar almaya devam etmesi durumunu ifade etmektedir.
Lütfen buraya dikkat!
Bir önceki başlıkta vurguladığımız ‘’okuma niyeti ile ‘’ifadesi Tsundokuyu gerçek manada anlayabilmek adına oldukça önemlidir. Çünkü Tsundoku, her ikisinde de okunmayacak kitapları satın alma davranışının olması itibariyle benzer oldukları Bibliomani ile karıştırılabilmektedir. Ancak Bibliomani ile Tsundoku Sendromunda söz konusu satın alma davranışlarının amacı oldukça farklıdır. Bibliomanide bireyler kitapları yalnızca ‘’sahip olma’’ güdüsü ile satın alırlar. Burada alınan kitapları okuma gibi bir amaç yoktur. Ancak, Tsundoku Sendromunda kitap satın alma davranışının temel odağı kitapları okuma niyetidir. Sonuç ise niyetten çok farklıdır: Kapağı Açılmamış Eserler Kütüphanesi.
Ünlü İtalyan yazar Umberto Eco’nun şu sözü bugün Tsundoku olarak nitelendirdiğimiz sendromu oldukça güzel açıklamaktadır: ‘’Elindekileri okumadığı halde yeni yeni kitaplar almaktan vazgeçmeyen okur, aldığı kitapları kısa bir süre sonra ‘okumuşluk’ duygusuyla muhafaza eder. Bu muhafazanın koleksiyonerlikle bir alakası yoktur; çünkü burada söz konusu olan disipline değil yanılsamaya dayalı bir muhafazadır.”
Tam da bu noktada Karl Lagerfeld’in ‘’Satın aldığınız her kitap ile onu okuyabilecek zamanı da satın almalısınız.’’ Sözüyle birlikte, tam aksine kitaplığında hiç okunmayan sayısız kitap bulunan; yani çok fazla kitap almasına rağmen onları okuyabilecek zamanı satın alamamış insanlar geliyor aklıma. Etrafımızdaki birçok insan hatta biz bile yığınla kitap satın alıp, bunları okumaya çalışıp ancak çoğu zaman farklı nedenlerle istikrar gösterememe durumu yaşamıyor muyuz?
Hadi bir kısmını okuduk diyelim. Bu defa da okuduğumuz kitapları elimizden çıkartamıyoruz. Onları bir türlü ardımızda bırakamıyoruz. Eskiler durdukça, yeni kitaplar geldikçe, istifçiliğe ister istemez hız veriyoruz. Herkes adına konuşmak istemem ama çoğunluğun böyle olduğunu biliyorum; Çünkü ben de böyleyim. Böyle olmak istemiyorum ama böyleyim.
Okuduk, beğendik, az beğendik, çok beğendik ya sonra? Kitaplığımızda neden duruyor bu kitaplar? Ben hep “geri dönerim” diye düşünüyorum. Altlarını çiziyorum, kenarlarını kıvırıyorum adeta kendime notlar alıyorum ama nafile dönüyor muyum? Ne kadar dönüyoruz? Ne kadar dönebiliriz?
Bir yazar olarak, değil kitap yazarken her ay sizlerle bu köşede yazacağım yazı konularımı dahi hassasiyetle seçerken ve birikmiş kitaplarımın yoldaşlığında ilerlerken titizlikle çalışıyorum. Biriktirdiğim yazılarımı elektronik ortamda saklamayı becerebiliyorum belki ama kitaplarımın evimi saran kokusu ile birlikte kısacası kitaplığım ile mutlu mesut yaşamayı sürdürüyorum. Elbette kitaplarımı alırken onlar için zamanı da satın almayı unutmuyorum. Ben okumadığım kitapları istiflemek yerine okuduklarımı istiflemeyi tercih ediyorum.
Unutmadan söylemek gerekirse belki ben okuduğum kitapları dağıtmıyorum ama evime gelen birinin istediği kitabı alıp götürmesine izin verebiliyorum, yeter ki sevsin. Ama kendim birilerine vermekte, evden, elden çıkarmakta, arada bir yapmakla beraber, halen zorlanıyorum.
Çünkü düpedüz seviyorum kitaplarımı ve onlarla birlikteyken geçmiş ile gelecek arasında zamanda yolculuk yapmanın keyfine varıyorum.