Bir varmış bir yokmuş… Günümüzden tam 13 yıl önce bir leylek, Bursa’nın Uluabat gölünde bir balıkçının sandalına gelip konmuş. Bu leylek her sene bahar gelince Afrika’dan Kuzey Avrupa’ya göç eden ve Uluabat gölünde dinlenen sürünün bir üyesiymiş. Balıkçı Adem Amca, sandalına konan bu sevimli leyleğe Yaren ismini vermiş. Yaren, her yıl Mart ayında Bursa'nın Eski karaağaç köyüne göç eder ve altı ay köydeki yuvasında kalır; Nisan ayını kuluçkada geçirirmiş. 2010 yılından beri köye her gelişinde, Uluabat Gölü kıyısındaki bu köyde yaşayan Adem Yılmaz'ın kayığına konarak her sabah onunla birlikte balığa çıkar ona yarenlik edermiş. 13. yılında da gelenek bozulmamış; Yaren Leylek randevusuna sadık kalmış ve Adem Amca’nın sandalına konup o meşhur pozunu vermiş. Onu merakla bekleyen Bursa halkına adeta baharı müjdelemiş ve umutlarını tazelemiş. Bu sene Yaren Leylek biraz gecikmiş, Adem Amca’yı oldukça endişelendirmiş ama sonunda gökyüzünde belirmiş. Üstelik bu sene eşini de getirerek hikâyeye yeni bir karakter eklemiş ve Eski karaağaç köylüsünün kendisi için özel olarak kurduğu yuvasına tünemiş. Karacabey Belediyesi’nin kurduğu sistem sayesinde bu yuva 24 saat canlı olarak internetten izlenebilmekteymiş.
Gidip te dönmemek mi, gelip de bulmamak mı zor?
Lafonten masallarına benzeyen bu haberi okuyunca gözyaşlarımı tutamadım. Tıpkı şimdi bu satırları yazarken gözlerimin dolmasına engel olamadığım gibi. Bir leyleğin 13 yıl boyunca verdiği sözü tutması; Adem Amca’nın sandalına gelip konması beni neden bu kadar etkiledi? Sebebi; yağmurlara fırtınalara göğüs gerip, ülkeleri şehirleri dağları aşıp randevusuna yetişmesi miydi? Yaren leyleğinki bir vefa göstergesi mi yoksa sorumluluk duygusu muydu? Hüzünlendim çünkü zor olan, Yaren’in her sene bu buluşmayı tekrarlaması, on binlerce kilometre öteden gelip Adem Amca’yı bulması değildi. Ülkemiz için asıl şaşırtıcı olan, Adem Amca’nın sağ olması; pandemiyi atlatmış, trafik kazası geçirmemiş, depreme, sele yakalanmamış olmasıydı. Hatta Uluabat Gölü’nün sularının yerinde durmasıydı. ‘Göl kaybolur mu?’ diye sormayın; memleketimizde göllerin tarla açmak için kurutulması, havaalanı inşa etmek için doldurulması olağandı. Ormanların yanması, imara açılması, yola feda edilmesi sıradandı. Derelerin beton altına hapsedilmesi, suyunun çekilmesi, yatağının bozulması, elektrik üretmek için adeta feda edilmesi, normaldi bu topraklarda. Normal olmayan ise tüm bunların kabullenilmesi, sorgulanmamasıydı.
Leylek Köy AB’ye üye mi?
İşyerim Bursa Karacabey’in Yeni Karaağaç köyü yakınında. Kaderin cilvesi midir bilmem; İskenderun’daki evim de Karaağaç mahallesindeydi. Belki de Yaren leyleğe duyduğum sevginin kökeni kişisel göç hikâyemdi. Hani çok gezenler için ‘Leyleği havada görmüş!’ denir ya, bu söz sanki benim için söylenmişti. Yeni Karaağaç köyünün 10 km güneyinde, Uluabat Gölünün kenarında Eski Karaağaç köyü bulunuyor. Gölün içine yarımada gibi uzanmış olan bu köy, ‘Leylek Köy’ olarak da biliniyor. Bursa’dan Karacabey yönüne giderken birden karşınıza Avrupa Birliği (AB) logolu bir tabela çıkıyor ve ‘Avrupa Leylek Köyü’ yazıyor. Biraz daha ilerleyince sağda bir tabela daha çıkıyor ve üzerinde Adem Amca’nın kayığına konmuş Yaren resmiyle altında şu cümle yazıyor: ‘Masalların gerçek olduğu köye davetlisiniz’. Evet, bu köy Türkiye’yi AB’nde temsil ediyor. Türkiye giremedi belki AB’ye ama bu köy, leylekleri sayesinde girmeyi başarmış bulunuyor. Türkiye’yi Avrupa Leylek Köyleri Birliği’nde temsil eden tek köy olan, Eski Karaağaç, her yıl göç döneminde on binlerce leyleğin geçtiği bir göç rotası üzerinde yer alıyor. Köy, aynı zamanda yerleşik leyleklere de ev sahipliği yapıyor.
Yaren Leylek ölümsüz mü oldu?
Yaren leyleğin Adem Amca’nın kayığına konma anı, Leylek Köyün meydanına Karacabey Belediyesi, tarafından yaptırılan bir heykelle ölümsüzleştirildi. Her sene Adem Amca ile Yaren’in yolunu gözleyen yaban hayatı fotoğrafçısı Alper Türdeş bu yıl da deklanşöre basarak o anı yakalamayı başardı. Hikâyeyi kamuoyuna duyuran Türdeş “Geçen yıl Yaren geldiğinde karlı bir havaya denk gelmişti. Belki yine kar ile karşılaşmamak için gecikmiştir. Ama yaşı da var, o yüzden gelememe ihtimalinden dolayı korktuk. Her sene bu ihtimalle uğurluyoruz onu. Neyse ki geldi. Bunca sıkıntılı ve üzücü gündem arasında, Yaren Leylek umutla bekleyişin sembolü olmuştu. Ve sonunda hikaye, bu yıl da gerçek oldu. Tüyü kadar ömrü olsun” diye konuştu. ‘Yaren Leylek ve Adem Amca’nın hikayesi doğaseverler tarafından da ilgiyle takip ediliyor. 2019 yılında Karacabey Belediyesi’nin katkılarıyla, yönetmen Burak Doğansoysal tarafından hikaye filme alındı ve Prag Film festivalinde En İyi Belgesel ödülünü kazandı.
Düşünsel mi, dürtüsel mi?
Yaren leylek ve Adem Amca’nın yüreğimizi ısıtan hikayesinden başka, geçen ay beni hüzünlendiren ve güldüren 2 haber okudum. Üçünün de ana teması ortaktı bence: ‘sorumluluk’ duygusu. Diğer haberleri yazının sonuna bırakıp Leylek hikayesine devam edelim. Sorumluluk ve duygu kelimeleri birbirine zıt kavramlar aslında; biri düşünme ve akılcılık gerektiriyor diğeri ise dürtüsel yani içgüdüsel. Diyebilirsiniz ki; Yaren leyleğin her sene randevusuna sadık kalması onun kararı değil, doğası gereği oluyor. Leylekler her sene göç etmeye programlanmışlar. Haklısınız lakin içgüdüsel olması onu daha değerli kılıyor Çünkü hayatın olağan akışı içinde doğal olarak gerçekleşiyor. İnsan olarak bundan çıkarılacak önemli bir ders var. Diğer insanlara karşı olan sorumluluğun dürtüsel ve otomatik hale gelmesi, sorgulanmadan tekrar edilmesi. Fıtratında bencillik olan insanın, kendi menfaatlerini çoğaltmaya çalışırken, toplumun çıkarlarını azaltmasına mani olunması. Zira, toplumsal kurallar tüm bireylerin ortak menfaati için konuluyor. Sosyal düzenin, bireyin egosuna feda edilmesini önlemeye yarıyor. Bireysel imtiyazların toplum dokusunu bozmasını, toplumsal adalet duygusunu zedelemesini engellemeyi amaçlıyor. ‘Leyleğin ömrü lak lakla geçer.’ diye bir arasözümüz var. Muhtemelen leylek kelimesi de ‘laklak ’tan türetilmiş. Bu söz tam da bizim toplum için söylenmiş; ‘çok laf az icraat!. Herkes daha fazla yetki istiyor lakin sorumluluk alan yok! Sorumluluk alanlara da enayi gözüyle bakılıyor.
Otobüs Şöförü ‘enayi’ mi?
2. haberimiz, sorumlu bir şoförle ilgili. Antalya’da Belediye otobüsü şoförlüğü yapan Barış Özer, İranlı bir turistin düşürdüğü cüzdanı bulur ve içerisindeki 30 bin TL değerindeki dövizi sahibine teslim eder. Bir süre sonra yine, otobüsün kart basma ünitesi önünde unutulan bir cüzdan bulur. Bir güvenlik personeline ait olduğunu gören Özer, şahısla iletişime girerek içerisinde 95 TL ve kredi kartları bulunan cüzdanı teslim eder. Vatandaşların otobüste sadece eşyalarını unutmadığına dikkat çeken Özer; “Karısı unutan bile denk geldi. Yaşlı bir amca karısını unutmuş, kapıya vurarak durmamı istedi. ‘Ne oldu amca’ deyince, karısını unuttuğunu söyledi. Her türlü olayla karşılaşıyoruz.” dedi. Sosyal medyada hakkında yapılan yorumlara da tepki gösteren Özer, "Yapılan yorumlardan dolayı Google’a ‘Salak şoför’ yazınca ben çıkıyorum. Biz dürüstlük yapıyoruz ama salak şoför olarak Google arama motorunda çıkmamız üzücü. Şimdi yine cüzdan buldum, olumsuz yorum yapmazlar diye düşünüyorum.” diye konuştu. Günümüzün çelişkisine bakın ki; otobüste kartını, parasını hatta karısını unutan salak olmuyor da, bunları sahibine iade etmek için çırpınan şoför ‘salak’ oluyor. Ben buraya ‘salak’ yazarken bile utanıyorum ama ülkemizde yaşanan bunca kaza ve felakette sorumluluğu olanlar hiç utanmıyor. Koltuğunda oturmaya devam ediyor.
‘Sorumsuz’luk normal midir?
Depremde günler boyunca mucize haberleri bekledik, mucizelerle teselli bulduk. Oysa herkes işini layıkıyla yaparsa mucizelere gerek olmaz, kurtuluşumuz da mucizelere kalmaz. En duygusal haberi yazının sonuna sakladım; Ali Sunal’ın depremden sonra ekranda yaptığı konuşmayı. 11 ilde yıkıma yol açan depremlerde onbinlerce kişinin yaşamını yitirdiğini hatırlatan Ali Sunal, "Depremin üzerinden haftalar geçti ve herkes artık bir normalleşmenin peşinde. Nasıl bir normalleşmenin peşindeyiz? Bu peşinde olduğumuz normal tam olarak ne? Mesela fay hattına binalar yapmak mıdır normal olan? Ya da depremden sonra arama kurtarma ekiplerinin gecikmesi normal midir? Denetlenmemiş binalar, parayla satın alınan mimar diplomaları, beceriksiz mütahitler, liyakatsiz görevliler normal midir" diye sordu.
Süt oğlanı neden çok sevdik?
"Çürük binalara imar affı vermek normal midir mesela? Veya böyle bir zamanda çadır satmak normal mi? Binlerce insanı göz göre göre ölüme göndermek normal midir" diyen Sunal, şöyle devam etti: "ve böyle bir felaket sonrası bir kişinin bile sorumluluk hissedip, 'Arkadaş ben yanlış yaptım, özür diliyorum' deyip istifa etmemesi normal midir sizce? Hayır efendim böyle bir normal yok, bu normal değil. Artık biz bu normale dönmeyeceğiz. Bundan sonra normal olan tüm sorumlulardan birer vatandaş olarak hesap sormak. Artık normal olan her felaketi kadere bağlayan değil, o felaket olmadan nasıl önleyeceğimizi anlatan bilimi dinlemektir. Artık normal olan yetki veren kişinin bir işi, işte akrabasına, ailesine, partilisine, ortağına, arkadaşına yaptırması değil uzman olana yaptırmasıdır. Atatürk'ün de dediği gibi: 'Vatanını en çok seven görevini en iyi yapandır'. Efsane oyuncu Kemal Sunal’ın oğlu olan Ali Sunal’ın bu cesur konuşması elbette çok etkiledi herkesi ama beni gözyaşına boğan cümle Kemal Sunal’ın kadim dostu İlyas Salman’dan geldi. Attığı destek tweetinde şöyle dedi Türk sinemasının bir diğer efsanesi: ‘’Seni sevdim süt oğlan; babanı da severdim!’’