ÜFÜRİZMA NEDİR?

30 okunma Ekim 2021

Babam 1989’da iş seyahati için gittiği Romanya’dan bana bir kitap hediye getirmişti; yazarı Elena Çavuşesku idi. Bilmeyenler için söyleyeyim; komünist dönemin Rumen diktatörü Çavuşesku’nun karısı ve 1. Yardımcısı olan Elena, ilkokul mezunuydu ve nerdeyse okuma yazması yoktu. Ama ‘Kimya Profesörü’ unvanı vardır çünkü üniversiteden fahri diplomalarını almıştı, hatta ABD'deki bir üniversiteden fahri diploma istenmiş; üniversiteden ‘hayır’ cevabı geldiğinde diploma-tik bir kriz çıkartmıştı. Çavuşesku iktidarı, 23 yıllık otoriter bir yönetimin ardından kanlı bir halk ayaklanmasıyla devrilmiş ve 2 saatlik bir yargılamadan sonra Elena, kocasıyla birlikte kurşuna dizilerek idam edilmişti. Benim hala merak ettiğim soru; babamın getirdiği kitabı (ki, Elena’nın başka kitapları da varmış) kimin yazdığı? Kitap dünyası için Elena gibi ‘çakma’ yazarlar istisna değil; yazanı başka yazarı başka olan böyle çok kitap var. Tıpkı ünlü şarkıcıların söyledikleri birçok hit parçanın onlara ait olmadığı halde kendi adlarına yazılması gibi. Siyaset dünyasında da böyle ısmarlama kitaplar var; kitap okumakla ilgisi olmayan devlet adamlarının kendi yazmış gibi yayınlattığı.. Ünlü bir yazarın röportajını okumuştum; edebi değeri yüksek tarih romanların yanı sıra, plaj romanları tabir edilen ‘ucuz’ romanlar da yazdığını itiraf ediyordu. Ucuz aşk romanları için kendi ismi yerine mahlas isim kullanıyormuş. Yani anlayacağınız herkes bir ‘üfürük’ tutturmuş gidiyor.

 

Üfürizma nedir?

Aforizmayı biliyoruz; meşhur biri tarafından söylenmiş, az kelimeyle çok şey anlatan, vurucu, akılda kalıcı sözler. Peki ‘üfürizma’ nedir diye sorarsanız? Söz ‘kaymasıdır’. Sözün ya kendisi ‘üfürmedir’ yani ‘uydurulmuştur’, ya meşhur birine yakıştırılmış ya da farklı bir meşhura ‘yamanmış’tır. Üfürmenin maksadı, bilgisizlikten olur genellikle ya da zorunluluktan bazen de. Bir sözün kaynağı bir kere kaydı mı, kopyala-yapıştır sistemiyle yayılır durur; pek kimse de araştırmaz gerçek sahibini. Zorunluluk konusuna gelince; otoriter dönemlerde, sakıncalı sözleri seslendirebilmek için ‘sakıncasız’ isimlere atıf yapılır, mesela ‘Kemal Atatürk’ yazılır aslında Lenin’in söylediği bir söze. Ya da Mevlana, Yunus Emre, Einstein, Lao Tzu ya atfedilir ‘olsa olsa o söylemiştir’ diye.. ‘’Bir lafa bakarım laf mı diye, bir de söyleyene bakarım adam mı diye!’’ Mevlana’ya atfedilen bu ‘atarlı’ söz örneğin, kesinlikle ona ait değildir. ‘’Fikirlerine katılmıyorum ama bunları söyleme hakkını savunmak için; ölümü bile göze alırım.’’ Evelyn B. Hall (1906 – ‘Voltaire’nin Arkadaşları’ kitabından alıntı)

Bu meşhur sözün; ünlü Fransız filozofu Voltaire’e ait olduğunu okuduk yıllarca değil mi; fikir özgürlüğünü anlatan kompozisyonlarda, konuşmalarda bol bol kullandık. Oysa ki, Voltaire de onun mahlas ismiydi, gerçek adı: François Marie Arouet’ti (1694 – 1778)   

Aforizma tarihinde böyle ‘üfürme’ sözler o kadar çok ki!                                             Atalarımız: ‘Söyleyene değil, söyletene bak! demişler’.                                                                          Belki de bu söz, altına ‘Voltaire’ yazıldığı için bu kadar meşhur olmuştu...                            

Karl Marks kimin dedesi?

 

Polis bir gün arama yapmak üzere bir öğrenci evine girer. Duvarda duran Karl Marx portresine bakıp, “kimdir bu?” diye sorar, öğrenci düşünmeden ‘rahmetli dedem!’ diye cevap verir.  Öfkeyle bağırır polis: ‘Dedenin nur yüzüne bak! Hiç mi utanman yok gomunistlik, anarşistlik yapıyorsun bir de!’. Bu meşhur hikâyeyi 80 dönemine uyarlayan da olmuştur, kendi başından geçmiş gibi anlatan da. Dedim ya; baskı rejiminin hüküm sürdüğü dönemlerde, sözler de portreler de günün gereklerine uydurulur.

 

Lenin mi, Atatürk mü?

 

Birgün Gazetesi yazarı Uğur Celasun’un yazısından aynen aktarıyorum: 

‘’1970 yılında Hacettepe Üniversitesi Öğrenci Birliği Başkanıydım. Bir sabah Sıhhiye Kampüsünün her tarafını, Hacettepe Dev-Genç’in pankartlarla donattığını gördüm. Geceden her tarafa asmışlardı. Her pankartta bir özlü söz, altında ‘Mustafa Kemal Atatürk’ yazılı idi. Okuduğum sözler bana yabancı gelmiyordu ama bunu Atatürk’ün nerede ve ne vesile ile söylediğini bir türlü hatırlayamıyordum. Dev-Genç yönetiminden arkadaşım -rahmetli- Ahmet Kunt’u çağırdım. Bu sözleri nereden bulduklarını sordum. ‘Abi’ dedi; ‘Bu sözlerin hepsi Lenin’in ama biz mahsus Mustafa Kemal Atatürk yazdık. Böyle yazınca üniversite yönetimi pankartları kaldırmıyor’ dedi. Benim rahmetli arkadaşımın yaptığı çok masum bir hilecikti. Asıl büyük hileyi Atatürk’ün ağzından vecize uyduranlar yapmışlardı. Geçen gün bir arkadaşımla konuşurken bu olay aklıma geldi. Ben de, Atatürk’ün söylemediği en meşhur sözleri size bir hatırlatayım dedim.

 

1. ‘Komünizm her görüldüğü yerde ezilmelidir!’: Bu meşhur söz 60’lı yıllarda, Ankara’nın Cemal Gürsel Meydanı’nda ışıklı bir panoda yazılı idi. Ankara Belediyesi oraya kondurmuştu.

Yazar Çetin Altan bu lafın peşine düştü. Bir kitabın kenarına Atatürk’ün el yazısı ile yazılmış orijinal yazıyı buldu. İsviçre’ye gönderdi. Kaligrafik inceleme yapıldı. Yazının Atatürk’e ait olmadığı anlaşıldı. Bunun üzerine o dönemden kalan siyasetçiler, bu yazıyı Atatürk’ün yazısını taklit eden -şimdi ismini hatırlamadığım- birisinin yapmış olduğunu itiraf ettiler. Böylece bu meşhur söz tedavülden kalktı. Cemal Gürsel meydanındaki pano da benim de katıldığım bir öğrenci yürüyüşü sırasında atılan çok isabetli taşlarla imha edildi.

 

2. ‘İstikbal göklerdedir’: Atatürk’ün bu sözü söylediğine dair hiçbir kanıt yoktur. Zaten daha sonraları meraklılar, bu lafın bir İtalyan gökbilimcisi tarafından söylendiğini de buldular. Bu da Atatürk’ün söylemediği en meşhur sözler arasında yerini aldı.

 

3. ‘Ben sporcunun zeki, çevik ve ahlaklısını severim’: Bu lafın da Atatürk tarafından söylenmiş olamayacağı değerli ağabeyim Timur Erkman iddia ediyor; ben de inanıyorum. 

Ne yani koca Atatürk, ‘ben sporcunun aptal, hantal ve ahlaksızını severim’ mi diyecekti? Böyle birine sporcu denir mi? Aksi söylenemeyecek bir tanımlamayı yapmak Atatürk gibi dahi bir insana yaraşır mı?’’

 

Atatürk’ün depremle ilgili sözü var mı?

Rivayet odur ki, 1999 depreminden sonra, mühendislik mezunu olup askere giden bir ere komutanı; ‘Deprem’ konulu bir kitapçık hazırlamasını emreder. Kitapta şu konular yer alacaktır: Deprem nasıl oluşur? Deprem öncesinde hangi tedbirleri almalı, deprem sırasında ne yapmalıyız? Mühendis er bütün bu konuları kapsayan gayet anlaşılır bir metin hazırlayıp komutanına sunar. Komutan kitapçığı inceler ve ‘Tebrik ederim evladım, çok güzel bir iş çıkarmışsın!’ der. Asker tam rahat bir nefes alıp ‘bu işi de hallettik’ diye düşünürken ‘Ama çok önemli bir eksiği var bunun!’ demez mi komutan? ‘Nedir?’ diye sormuş bizim er: ‘Metnin başına Atatürk’ten bir söz koymalısın’ demiş komutan… Hayda! Bizimkini almış bir düşünce, Atatürk’ün deprem temalı hiçbir sözünü duymamış bugüne kadar. Olsa dahi o şartlarda (ortada Google falan yokken daha) araması, bulması mümkün değil. Peki ne yapmalı? Düşünmüş taşınmış bizim mühendis…’Deprem önce temelleri sarsar!’ diye çok anlamlı, veciz bir söz uydurmuş. Altına da imzayı çakmış: M.K. Atatürk. Komutan başlıktaki sözü gördüğünde ‘Hah, aferin, bak işte şimdi oldu’ demiş. Herkes mutlu olmuş, konu kapanmış. 

Askerlik anısı dinlemekten de anlatmaktan da pek hazzetmem ama burada anlatmam lazım; affınıza sığınırım. 2002 yılında Sakarya’da askerken (Asteğmen), Kurmay Yarbay’dan emir aldım; Tugaya üst düzey bir general gelecekti ve karargah binasındaki Atatürk resimlerinin altına tek tek nerede ve hangi tarihte çekildiği yazılacaktı. Bir kısmı çok bilinen, çok rastlanan fotoğraflardı onların resim altı yazılarını hemen tamamladım. Ama içlerinden bir tanesini tüm aramalara ragmen bulamadım ve tıpkı o mühendis er gibi (ne de olsa ben de mühendisim) ‘olsa olsa..’ yöntemiyle bir tarih ve bir yer uydurup altına çaktım. Ama gel gör ki, eğitim hayatları Atatürk ilke ve inkılaplarıyla yoğrulmuş komutanlarımı kandıramadım ve bu yüzden ciddi eleştiri aldım. Kısacası google yokken askerlik de zordu.

‘Sağlam kafa sağlam vücutta bulunur’ sözü kime ait?

 

Benzer şekilde, “Sağlam kafa sağlam vücutta bulunur” vecizesi yaklaşık 2000 yıl önce Romalı şair Juvenalis tarafından “Orandium est ut sit mons sana in corpore sano” yani “Sağlam bir bedende sağlıklı bir kafa vermesi için Tanrı’ya dua etmelisin” şeklinde söylenmiştir.  Zaten, Atatürk bu sözü referans vererek aktarmıştır:

"Türk sosyal yapısında spor hareketlerini düzenlemekle görevli olanlar, Türk çocuklarının spor yaşamını yükseltmeyi düşünürken, sadece gösteriş için, herhangi bir yarışmada kazanmak emeliyle bir spor çizmezler. Esas olan, bütün her yaştaki Türkler için beden eğitimini sağlamaktır. "Sağlam kafa, sağlam vücutta bulunur" sözünü atalarımız boşuna söylememişlerdir." 1937 (Afetinan, Atatürk Hakkında H.B., s. 86)

 

‘Köylü milletin efendisidir’ sözü de üfürme mi?

Bu vecize aslında Kanuni Sultan Süleyman’a ait  olup, aslı “Reaya milletin efendisidir” şeklindedir (Reaya, köylüye ilaveten üreten ve vergi veren anlamını da içermektedir). Vecizenin hikayesi şu şekilde aktarılmaktadır: Kanuni Sultan Süleyman bir gün vezieleriyle görüşürken onlara ‘’Velinimet-i alem yani dünyanın efendisi kimdir?’’ diye sormuş. Onlar da elbette ‘’Padişah efendimizdir!’’ diye cevap verince Kanuni; ‘’Hayır, dünyanın efendisi reayadır ki, ziraat ve haraset (çiftçilik) emrinde huzur ve rahatı terk ile iktisab ettikleri nimetle bizleri it’am ederler’’ demiş. Kanuni burada evrensel bir tanımlama yaparak; hayvancılık ve tarımla uğraşan köylünün kendi rahat ve konforundan fedakarlık ederek bizleri doyurduğunu vurgulamıştır. Yani bu söz de sanıldığı gibi, Atatürk’e ait değildir. Ama ulu önderin bir köylüyle olan anısı onun köylüye olan samimi bakışını ve alçak gönüllüğünü kanıtlar.

 

Atatürk kendisine hakaret eden Köylü için ne dedi?

Atatürk’e hakaretten sanık bir köylü hakkında soruşturma yapılıyordu. Durumu Atatürk’e arz ettiler: “Mahkemeye veriyoruz, çünkü size küfür etmiş.”                                                             Atatürk sordu: “Ben ne yapmışım ona?” Dosyayı inceleyenler açıkladılar:                                    “Gazete kâğıdı ile sardığı sigarayı yakarken kâğıt tutuşmuş da ondan”. Bunu söyleyen milletvekiline Atatürk sorar: “Siz hiç gazete kâğıdı ile sigara içtiniz mi?”. “ Hayır...”

-“Ben Trablus’tayken içmiştim, bilirim. Pek berbat şeydi. Köylü bana az küfür etmiş. Siz bunun için mahkemeye vereceğinize, ona insan gibi sigara içmeyi sağlayınız!”