TESADÜF MÜ?

30 okunma Temmuz 2022

Haziran Yazımda yarım bıraktığım Latin Amerika turuma bu yazımda devam ediyorum. Kolombiya’dan başlayıp Bolivya’da sona eren iş seyahatimizin Şili ve Peru ayağında bize rehberlik eden Saim Abimle sohbetimizi sürdürüyorum: 1983’te 23 yaşındayken, dilini bilmediği Peru’ya gelen Saim Özgürler, kendisine en çok Yahudi ve Filistinli arkadaşlarının sahip çıktığını, Peru’da yaşayan Türklerin ise kendisine destek değil köstek olduğunu söylüyor.

Dostluk mu, Siyaset mi?

‘’Levanten (Akdenizli) dostlarımızla sık sık aynı masanın etrafında buluşup sohbet eder, yemek yerdik. İtalyan, Yunan, Filistinli, Yahudi ve bir Türk olarak kardeş gibiydik. Birbirimize ‘kuzen’ diye hitap ederdik; hükümetlerimiz arasındaki siyasi çekişmeler ve düşmanlıklar bizi ilgilendirmezdi. Siyasetin bu masaya gelmesine ve aramıza girmesine izin vermezdik. Burada en büyük desteği ve yardımı Filistinli dostlarımdan gördüm. Yıllar sonra uzunca bir süre, Karadenizli tanınmış bir silah markasının Güney Amerika temsilciliğini yürüttüm. Bana hediye olarak verilen tabancalar arasında altın kaplama olanlar bile vardı. Hatta bunlardan birini o dönem Lima’da görev yapan Fahri konsolosumuza bir diğerini de kendi çabamla Peru Kongresinde kurdurttuğum Peru-Türkiye Dostluk Grubu başkanı ve hükümet partisi milletvekili olan arkadaşıma hediye ettim. En büyük tutkularımdan birisi, şehirden uzaktaki dağ köylerinde kamp yapıp avlanmaktı. Bu dağ köylerinden birinde çobanlık yapan arkadaşım yardım istedi; keçilerinin ağılına bir Puma dadanmıştı. Keçileri parçalayıp kalplerini ve ciğerlerini yiyor adeta zevk için öldürüyordu. Bir avcı arkadaşımla 4 gün boyunca Puma’nın izini sürdük ama kokumuzu alınca ortaya çıkmıyordu. Sonunda pes edip kampımıza geri dönmüştük. Gece saat 2 civarı sebepsiz yere uyandım, çadırımın küçük penceresinden dışarıya bakarken Puma’nın usulca süzüldüğünü farkettim. Karabina Tüfeğime davranmaya vakit yoktu; olsa bile mermi sürerken çıkaracağı ses hayvanın kaçmasına sebep olacaktı. Mermisi sürülmüş Taurus marka tabancamı hiç tereddüt etmeden kaptığım gibi ay ışığında olabildiği kadar nişan alıp şarjörü boşaltana kadar sıktım. Silah sesine uyanan çoban köylü arkadaşım yanına gittiğinde Puma’nın cansız bedeniyle karşılaştı. Bu avdan sonra çoban arkadaşın annesi, öldürülen keçilerinin intikamını aldığım için çok sevinçliydi. O yörenin inanışına göre Pachacamac tanrısının bu pumaya beddua ettiğini düşünüp onu bir güzel ızgara yapıp yediler, bana da duvarımı süsleyen Puma kafası hatıra kaldı.’’

 

Gerilla saldırısı mı?

 

Saim’in av tutkusu çocukluğunda başlamış. ‘‘Yıl 1984, Işıklı Yol gerillalarının Peru’yu kasıp kavurduğu zamanlar. Can dostum Filistinli arkadaşımla şehirden çıktık, geyik avlamaya ve atış talimi yapmaya gidiyoruz. Arabamızın (WV kaplumbağa) arka koltuğu zaten cephanelik gibi; av tüfekleri, Karabinalar, tabancalar ve revolverler. Karayollarında soygunların haddi hesabı yok.  Issız yolda giderken nereden geldiğini çözemediğimiz bir kaya parçası arabanın ön camını patlatarak arabayı kullanan Filistinli dostumun göğsüne düştü; 1.95 boyundaki dalyan gibi delikanlı yaralı ama dayanıyor; maşallahı var!  Oradan buradan meçhul kişilerin çıktığını ve bizi taş ve demir yağmuruna tutuklarını görünce arkadaşım “Kuzen bu bir saldırı” diye bağırdı. Hiç düşünmeden, koltuğumu arkaya yatırarak zaten kırılmış olan ön cama bir tekme atıp tamamen çıkarttım. Akabinde ortalık cehenneme döndü hemen silahlara davranıp etrafa rasgele ateş açmaya başladık. Karşıdakiler de bize sapanla taş, kaya fırlatıyor sopalarla demir çubuklarla saldırıyorlardı.  Bu durum ne kadar sürdü bilemiyorum; sayıları beş on derken belki iki yüz kişiye çıktı desem abartmış olmam. Tek kurtuluşumuzun oradan uzaklaşmak olduğunu anladık, aksi takdirde linç edileceğimiz kesindi. Olay yerinden uzaklaşmaya çalışırken ileride yolun taşlarla kapatılmış olduğunu gördük. Amaçlarının geçen araçları soymak olduğunu anladık. Ama bu sefer yanlış adamlara çatmış; ava giden iki kişiye bulaştıklarını hesaplamamışlardı. Fakat biz nefsi müdafaa içerisinde olduğumuzu anlayınca rahatlamıştık’’. Bu kanlı hikâyenin devamını Saim’in arzusuna uyarak burada yazmıyorum.

 

Tesadüf olabilir mi?

 

Saim’i dinlerken; Peru’nun terörle imtihanı ve bizim PKK terörüyle olan zorlu mücadelemiz arasında birçok paralellik olduğunu farkettim. Işıklı Yol, 1980 yılında Abimael Guzman tarafından bir gerilla hareketi olarak başlatılmıştı. Yandaşları tarafından M2 yani ikinci Mao olarak kabul edilen ‘Başkan Gonzalo’ lakaplı Guzman, felsefe profesörüydü. Guzman ve örgüt arkadaşlarının hedefi; Peru’ya komünist rejimi getirmek için sözde bir ‘halk ayaklanması’ başlatmaktı. Çin’deki Maoist Halk Devrimi’nden esinlenen örgüt, kısa zamanda binlerce taraftar topladı.  Guzman’ın ideolojik argümanları, halk için savaşıyor görünüp kendi halkını katletmesi, genç çocukları devşirip dağa çıkarması ve kendi devletine karşı silahlandırması tesadüf olarak görülemezdi. Peru hükümetini çaresiz bırakan onlarca terör eyleminde; 70 Bin civarında vatandaşın öldüğü tahmin ediliyor. Guzman’ın 1992’de kansız bir operasyonla kıskıvrak yakalanmasının ardından örgüte büyük darbe vuruldu ve gerilla sayısı birkaç yüz kişiye kadar düştü. 2021’de 86 yaşındaki Guzman’ın, ömür boyu hapse mahkûm edildiği hücresinde öldüğü açıklandı ve Peru’da terör parantezi kapanmış oldu.

Sol mü, Inti mi?

‘’Bir zamanlar at yarışlarına bahis oynamayı çok severdim. Hep küçük paralar koyar; kazandığım ikramiyelerle dostlarıma yemek, içecek ısmarlardım. 26 Temmuz 1987 Pazar günü şansım yaver gitmiş ve hemen tüm yarışlarda kazanmıştım. Kazandığım para yaklaşık 52 Bin dolar ediyordu. Hipodrom kulübünün üyesi ve at sahibi de olan arkadaşımla beraber oynardık. Ama o sürekli kaybeder ve benden de borç isterdi. Kazandığımı öğrenmesin diye ona söylemedim. Gişeler müdürü de arkadaşımızdı; kuponu ona gösterip Pazartesi günü tahsil edeceğimi söyledim. Bugünün işini yarına bırakma demişler ya; Pazartesi’de işim çıktı gidemedim, keşke aynı gün tahsil etseydim. O parayla Lima’nın nezih bir semtinde güzel bir daire almanın hayalini kurdum. Salı sabahı inanılmaz bir şey oldu; devlet bankalara el koydu, bankalara tanklarla girdiler. Dolar fırladı ve benim ganyan hasılatının karşılığı 5 Bin USD civarına düştü. Sonra para birimi SOL adı değişti ve INTI oldu’’. Sol İspanyolca ’da Güneş demekti. Inti ise Quechua (Perulu Kızılderililerin kullandığı lisan) dilinde Güneş demekti. O dönemlerde Peru’da siyasi çalkantılar, darbeler ve kontrollü darbeler neredeyse olağandı.

 

İspanyollar Inka totemini neden götürmedi?

 

Lima’daki ilk günümüzde, Saim ve müstakbel eşi bizi Inka antik şehri Pachacamac’a (Paça Kamak) götürdüler. Tarihi M.Ö. 650 yıllarına dek uzanan bu arkeolojik site, Lima’ya 45 km mesafede. Inkalar döneminde hac yeri olarak da ziyaret edilen ve kutsal totem Paça  Kamak’a evsahipliği yapan bu tarihi alan, 1536’da Peru’ya ayak basan İspanyol istilacılar tarafından tahrip edilip bütün zenginlikleri yağmalanmış. İspanyollar ahşaptan yapılmış olan uzun kutsal  totemi almamışlar, eşsiz bir işçiliğe sahip olan bu şaheseri muhtemelen ahşap olduğu için değersiz bulmuşlar, taşımamışlar. Yapılan kazılarda 1938 yılında bulunan bu tarih hazinesi bugün müzede sergileniyor. Inkalar Güney Amerika’da 2 milyon kilometrekareye yayılmış güçlü bir imparatorluk kurdular. Ulaştırma sistemleri oldukça gelişmişti. Ülkenin bütün topraklarını enine boyuna saran yaygın yol ağıyla çöller geçilmiş, dağlar aşılmıştı. Deniz kıyısından başlayarak neredeyse 6000 metre yükseklikteki dağlara kadar uzanan bu taş yollar hiç kuşku yok ki, ileri düzey bir mühendisliğin ürünüydü. Ne var ki, İnkalar farkında olmasa da bu gelişmiş yol sistemi; kendileri için hiç de iyi niyet beslemeyen İspanyol sömürgecilerin onlara ulaşmasını ve işgal etmesini de kolaylaştıracaktı.

 

Kardeş Kavgası mı?

 

‘180 kişilik İspanyol birliği (ordu bile değil!) koca bir imparatorluğu nasıl yenmiş ve Inka Kralını dize getirmiş?’ diye sordum Saim’e. Fransisco Pizarro komutasındaki İspanyol işgalciler (onlar kendilerine Fatih demişler) geldiğinde ülke felaketler içinde kıvranıyormuş. Taht kavgaları ve Avrupa’dan gelen işgalcilerin taşıdığı salgın hastalıklar Inkaları kırıp geçiriyormuş. ‘’İspanyolların topu, tüfeği, atı vardı’’ diyor. Inkalar’da bırak ateşli silahları; kılıç, ok bile yokmuş. Inkaların tekerleği de icat etmemiş olduklarını öğrenmek beni çok şaşırttı. Her yere yürüyerek gider, hızlı koşan ulaklar aracılığıyla haber iletirlermiş. Düşman kabilelerle savaşırken bile sadece tokmak ve sopalar kullanılırmış. Zaten amaç rakibini öldürmek değil, sindirmek ve bazen de düşmanlarını canlı yakalayıp tanrılarına kurban etmekmiş. “İnkalarda dini amaçla insan kurban etme geleneği; sadece bu amaçla yetiştirilen çocuk ve gençlere uzanırken, Mochica gibi İnka öncesi uygarlıklarda ve Orta Amerika’daki Maya, Aztek uygarlıklarında esirlerin kurban edilmesi de bir gelenekti” diyor Saim. Ayrıca Inka Kralı Atahualpa, tahtını ele geçirdiği kardeşiyle ve komşu kabilelerle husumet içinde olduğu için bunu intikam fırsatı bilip İspanyollarla iş birliği yapmışlar. Muhtemelen İspanyolların gaddarlığı ve vahşeti, İnkaları dehşete düşürmüş; Totemlerine yapılan ‘saygısızlık’ da çaresizliğe sürüklemiştir. Pizarro ve askerlerinin karşısına, adamları tarafından taşınan süslü bir tahtırevan üzerinde çıkan Atahualpa, kendinden son derece emin ve kibirliydi. Som altından tacı ve değerli taşlarla süslü kolyesi göz kamaştırıcıydı..

 

İncil’den Ses gelir mi?

 

İspanyol Papaz Hernando de Luque, kendisine İncil’i uzattı ve ‘Dinle bak Yüce Tanrı, kitabında neler söylüyor’ diye bağırdı. Atahualpa kitabı eline aldı ve kulağına götürüp dinlemeye çalıştı. Bırakın kitabı, yazının bile bulunmadığı bu medeniyetin hükümdarı, içinden ses gelmeyince “ben bir şey duymadım” diyerek elindekini fırlatıp attı. Zira o da halkı arasında ‘Tanrı’ olarak görülüyordu. İspanyol askerleri, kutsallarına yapılan bu saygısızlığı bir işaret kabul edip saklandıkları yerlerden fırladılar ve Atahualpa ile korumalarını esir aldılar. Ama İspanyol askerleri Atahualpa’yı tahtırevandan indirmeye çalışırken o kargaşada elbiselerini yırttılar ve halkının önünde çıplak kalmasına yol açtılar. Muhtemelen ‘Tanrı Kral’larının düştüğü bu acizlik de ordusunun moralini kırmıştır Milyonlarca yerlinin kıyıma uğradığı ve Inka İmparatorluğunun tarihten silindiği süreç böyle başladı. Inkaların krallarına tanrı gibi taptıklarını öğrenince şunu düşündüm: nasıl oluyor da, Avrasya’dan bir okyanus kadar uzakta olan bu diyarlarda da aynı yönetim şekilleri hüküm sürüyor? Piramidin en tepesinde krallık hanedanı, altında ruhban sınıfı, onların altında imtiyazlı bir elit azınlık ve refah piramidinin tabanında adeta kölelik yaşayan bir halk çoğunluğu. Acaba diyorum; boyunduruk altına girme isteği insan fıtratının temel özelliği mi? Özgür irade insana bahşedilmiş bir lütuf mu, yoksa katlanılması zor olan bir azap mı?

 

Mumyaların kafaları nasıl yer değiştirdi?

 

Saim Bey Türkiye’den Peru’ya giden birçok gazeteci ve Belgesel yapımcısına da rehberlik etmiş. Bunlar arasında Sadettin Teksoy ve Coşkun Aral’ın ekibi de var.  Teksoy’un inatçı kişiliği yüzünden nasıl kaybolduklarını, araçları kuma saplandığı için dağ başında mahsur kaldıklarını, estetik kaygılarla çekimler sırasında antik mumyaların kafalarını nasıl değiştirdiklerini gülerek anlatıyor. Coşkun Aral ve ekibine de belgesellerine çekimlerinde eşlik etmiş. Amazon ormanlarına yeniden girmesi, Ceviz ağacı keşfi için olmuş. Türkiye’de av tüfeklerine ceviz ağacından kabza üreten bir firmanın talebi üzerine orman içinde keşfe çıkmışlar. Büyük ceviz ağaçlarının en alt gövde kısmı en dekoratif ahşap desenini veren ağaç olduğu için dünya genelinde ceviz ağacı ‘avcılığı’ yapan Türk müşterisi yönlendirmiş Saim’i. Lakin Amazon’dan kesilen ağaçlardan alınan numuneler beğenilmemiş neyse ki..

 

Çiğ Balık mı, Fıçıda Tavuk mu?

 

Saim Bey bu aralar teknik olarak bekar yani boşanmış durumda. Şimdiki kız arkadaşı Hırvat asıllı bir finans uzmanı; Uruguay’lı bir portföy yönetim şirketinde yönetici. Pachacamac antik kent ziyareti sonrası bizi nefis bir mekanda ağırladılar. Lima körfezine tepeden bakan 108 yıllık bir tenis kulübünde yedik öğle yemeğini. Limon suyunun doğal asidiyle pişmiş çiğ balık tabağı geldi önce; burun kıvırıp yemek istemesem de, Saim’in yoğun ısrarları üzerine tadına baktım ve çok beğendim. Arkasından, karışık deniz ürünleri kızartması ve yanında Peru birasıyla enfes bir yemekti. Şili’deki kötü yemeklerden sonra tam bir ziyafetti. Pasifik dalgaları üzerinde sörf yapanları görünce ‘’ben de sörf yapıyorum’’ dedi Saim; 1960 doğumlu olduğunu hatırlatmak isterim. Peru’dan ayrılacağımız akşam Fıçıda Tavuk ziyafeti verdiler bize, kız arkadaşının evinde. Vedalaşıp Bolivya uçağına binmek üzere ayrıldık. G. Amerika seyahatimiz çok renkli geçti; artık okyanus ötesinde de dostlarım olduğunu bilmek güzeldi.