PARAYI KONUŞALIM?

30 okunma Haziran 2024

“Elbise yürümeyi, para konuşmayı öğretir…” Anonim

Nasrettin Hoca’yı bir köye cuma vaazı için davet ederler. Kararlaştırılan cuma köye gelen Hoca, cemaate beklenmedik bir teklifte bulunur;

“-Anlatacaklarımı dinlemek istiyorsanız, bir kese altın vereceksiniz!..”.

Köylüler önce şaşırırlar hatta “hiç ummazdık, Hoca da din işini ticarete dökmüş…” diye kendi aralarında fısıldaşırlar. Ancak yine de “neler anlatacak acaba?” diye merak edip, bir kese altını aralarında toplayıp Hoca’ya verirler. Hoca ders gibi bir vaaz verir, cemaat can kulağıyla onu dinler ve cami çıkışında, aldığı bir kese altını köylülere iade eder. Bir kere daha şaşıran köylüler, Hoca’nın beklediği üzere sorarlar; “-Madem geri verecektin, ne diye istedin Hocam?”. Bu sorunun geleceğini tahmin eden Hoca son dersini verir:

“-Birincisi, para ödediğiniz için çok dikkatli dinlediniz, ikincisi ise, cebinde para olunca insan bir başka konuşuyor yahu !..” der.

Sen Paradan Bahset?

İngilizcede ‘Money talks!’ diye bir deyim vardır. Hem bir soru hem de bir cevaptır. ‘’Para konuşur, parası olan konuşur, parayı konuşalım mı, paradan konuşalım, para varsa sorun yok, sen paradan haber ver!’’ gibi çok anlamda kullanılır.  Evet! Para konuşturur; hem paraya sahip olanı hem de onu kıskananı. ‘Zenginin malı fakirin çenesini yorar’ diye bir atasözü vardır. Daha eski bir atasözümüzde ise ‘Aç ne yemes, tok ne temes!’ (Aç Ne Yemez, Tok Ne Demez!) diye vurgulanır. Bu yazımda parayı konuşmak istedim çünkü her yerde herkesle para konuşuyoruz. Herkes paradan bahsediyor, laf dönüp dolaşıp paraya geliyor. Üstelik sadece alışverişte veya ticarette değil hayatın her anında para başköşede duruyor. Hayatın hızını bile para belirliyor çünkü para o kadar hızlandı ki, neredeyse ışık hızında yer (el) değiştiriyor. Paranın en güçlü özelliği mobilitesidir. Miktarından çok devinimi önemlidir. Kan dolaşımı gibi, ekonomik bünyeyi kılcal damarlarına kadar dolaşması ve beslemesi gerekir.

 

Hayat neden bu kadar hızlandı?

 

Finiş çizgisi olmayan çılgın bir yarışın ortasında gibiyiz. İletişim, seyahatler, üretim ve tüketim döngümüz korkunç bir hızda arttı. Sebep ekonomi mi, teknoloji mi? Teknik imkânlar mı çoğaldı? Teknoloji sebep mi, sonuç mu, her ikisi mi? Para teknolojiyi ateşledi, teknoloji para çeşitlerini çoğalttı. Paranın yaratılma hızı her şeyin süratini etkiledi. Hayattaki her şey paraya yetişmeye endekslendi. Paranın sadece yaratılma hızı değil, sirkülasyonu da hızlandı. Kazan-harca tekrar kazan döngüsü bizi esir aldı. Kedinin kuyruğunu kovalaması gibi kovalıyoruz parayı. Daha hızlı kovalarsak belki yakalarız sanıyoruz. Oysa ki, para gölgemiz gibi takip ediyor bizi ve kimse gölgesinden hızlı koşamıyor. Peki, hep mi böyleydi? Tarihin sıfır noktasına gidelim İsa’dan önceye değil de Hz. İsa dönemine. Paranın devlet tekelinde olduğu, verginin kılıç zoruyla tahsil edildiği devirlere.

 

Sezar’ın hakkı neden Sezar’a?

 

Bu sözü çok duyarız da devamını ve hikâyesini pek bilmeyiz. Roma İmparatorlarına ‘Sezar’ ünvanı verilirdi. Rivayete göre Roma’nın acımasız vergilerinden bunalan biri Hz İsa’ya sorar: Sezar’a yani imparatora vergi vermek dinen caiz midir? Belki de soranın niyeti İsa’yı zor durumda bırakmak ve ‘caiz değildir’ fetvasını alp halkı kışkırtmaktır. Hz. İsa bu sinsi tuzağa düşmez; parayı basan, dağıtan, kullandıran Sezar olduğuna göre, bir kısmını vergi olarak geri almak onun hakkıdır mealinde “Sezar’ın hakkını Sezar’a geri verin” der. Bu sözün daha kıymetli olan devamında ise şöyle söyler “Tanrı’nınki Tanrıya!” yani kendini Tanrıya adayanın parayla pulla işi olmaz. Roma döneminden çok daha eskiye gidersek, paranın sahibi olan hükümdarlar bastıkları paradan kullanım bedeli alırlar. Bu bedelin adı da ‘vergidir’. Para sayesinde yönetici otoritenin, vatandaşın yaptığı ticaretten ve alışverişten pay alması mümkün olur. Lakin bunun temel şartı, basılan paranın değer (itibar) görmesi, el değiştirmesi kısacası ‘geçer akçe’ olmasıdır. Yakın tarihten bir örnekle bu tezimi somutlaştırayım.

 

Marshall Yardımları neden verildi?

 

2. Dünya Savaşında bütün Avrupa ekonomileri ve hatta Japon ekonomisi çöktü. Sadece yenilen ülkelerin değil İngiltere ve Fransa’nın bile bara birimleri zayıfladı. Savaşa en son dâhil olan ABD işte bu zayıflıktan faydalanıp kendi para birimi olan Doları tüm dünyaya kabul ettirdi.  2 Dünya savaşından sonra ABD tüm Avrupa’yı dolara boğdu. Başta, savaşta yendiği Almanya olmak üzere Fransa, İngiltere ve atom bombasıyla yerle bir ettiği Japonya’ya finansal destek verdi? Amaç sadece yardım mıydı? Öncelikle Avrupa olmak üzere tüm dünyayı dolarize etmek, kendi parasını geçer akçe haline getirmek için yaptı bunu. Üstelik Amerikan mallarını bu ülkelere ihraç ederek, verdiği paraları fazlasıyla geri aldı. Bu plan kesinlikle başarılı oldu çünkü ABD Doları (Euro’yu saymazsak) tüm dünyada geçerli para birimi haline geldi. ABD son 50 yıldır bunun nimetlerinden fazlasıyla faydalanıyor, ithalat yapmak için kendi parasını basıyor ve dağıtıyor. Para basma yetkisi neden önemli?

 

Ver-gi mi Al-gı mı?

 

Para basma, vergi toplamanın en kolay vasıtasıdır. Para olmasa, takasla devletler vergi tahsil edemez. Çünkü yapılan alış verişten haberi bile olmaz. Devlet bastığı parayı vatandaşa ödünç verir aslında; adı maaş olur, teşvik olur, kredi hatta hibe olur. Lakin önünde sonunda basıldığı yere geri döner. Bunun adı vergi olur, harç olur, katkı payı, fon olur. Hiçbiri olmazsa bile enflasyon olur. Vergi toplayamayan devlet tabiri caizse enflasyon yaratarak verdiğinin bir kısmını alır. Bilirsiniz dünya üzerinde vergi cenneti olarak bilinen yani kendisine kayıtlı şirketlerden vergi istemeyen ülkeler vardır. Dubai de teorik olarak bunlardan biridir. Yıllar önce Dubai’li bir müşterim şöyle anlatmıştı bana gülümseyerek: ‘’Dubai ‘de vergi yoktur; harç, fon, ceza, aidat vardır ama vergi yoktur!’’. Gönüllü olarak verilmeyip, yasal zorunluluk olarak alındığı halde adı neden ‘al-gı’ değil ‘ver-gi’? Sanırım bu da bir ‘algı yönetimi’.

 

Para-metre değişir mi?

 

Para aslında bir ölçü birimi (parametre) dir. Uzunluğu ölçmek için metal cetvel ya da şerit metre kullanırız. Üzerinde yazan sayılar arasındaki mesafeler eşit ve sabittir. Şimdi bu metrenin metal değil lastikten yapıldığını düşünün; çektikçe uzayacağı için sayılar arasındaki boşluk da uzar, sağlıklı ölçüm yapamazsınız. İşte enflasyon denilen hadise ekonomik ölçümleri yamultur, deforme eder. Lastik metrenin uzaması gibi; paranın miktarını büyütür, değerini küçültür. Lastik tanım olarak: esnek, sünek ve bırakılınca eski haline dönen nesnelere denir. Plastik ise, deforme olduğu için eski uzunluğuna dönemeyen yani kalıcı olarak sünen madde demektir. Uzun süreli enflasyon, parada plastik deformasyona yol açar. Deformasyonun devamı hiper enflasyon getirir; paranız erimiş sakız gibi uzadıkça uzar.

Yani fiyatlar kalıcı olarak yükselir, sürekli artar. Üstelik bu artışlar bir süre sonra kendi kendini besleyen korkunç bir döngüye girer. Fiyatların artacağı beklentisi, yeni fiyat artışlarını doğurur ve enflasyon tüm fiyatlara ‘bulaşır’. Beklentiler artışlara, artışlar beklentilere yol açar

 

Peruk mu Saç ektirmek mi?

 

Enflasyonun bulaşıcı etkisini ve ne denli korkunç sonuçlar getireceğini somutlaştırmak için ‘saça yapışan sakız’ örneğini vereyim. Sakızı ilk fark ettiğinizde o bir tutam saçı derhal kesmelisiniz. Saçınıza kıyamayıp bu sakızı kafanızdan çıkarmaya çalıştıkça daha da dolanır, yapışmadık tel bırakmaz. Çaresi; saçı kazıtmaktır yani ekonomiyi küçültmek hatta yüksek faiz vererek piyasadan parayı emmektir. Ekonomik aktörler (üretici, tüketici ve finansman  sağlayıcılar) kafadaki saçlar gibi birleşik ve bağlantılıdır. Devlet ise saça müdahale eden ‘El’dir, bazen sakızı çıkarayım derken daha da karıştırır. Devletin eli ekonomiye fazla müdahale etmemelidir. Enflasyonun kalıcı olması yani tüm saçı kaplaması hiper enflasyona yol açar; fiyatlar uçarken, herkes kaybeder. Hiper enflasyondan kurtulmanın çaresi eski saçtan kurtulmaktır. Yeni saçlar uzayıncaya kadar peruk takmak zorunludur. Peruk yeni TL’dir. 2006’da paramızdan 6 sıfır attığımızı; geçici olarak yeni TL’yi kullandığımızı hatırlayın. Daha radikal bir çözüm saç ektirmek yani kendi para birimini bırakıp Dolara geçmektir.

 

Artırmak mı Eksiltmek mi?

 

Bir malın fiyatını artıramıyorsak çaresi malı eksiltmektir. Enflasyon deyince sadece aklımıza fiyat artışları gelmesin. Ondan daha sinsi olan yöntemler de mevcuttur: yabancı madde katma ya da yararlı kısmını azaltma. İçeriğine yabancı madde eklemenin (tağşiş) en bilinen yöntemi süte su katmaktır. Tağşiş kelimesi eskiden sadece altın, gümüş gibi kıymetli madenlerden basılan paranın karışımını bozmaktan gelir. ‘Bozuk para’ deyimi buradan çıkmıştır. Bozuk paranın tırtıklı kenarları olmasının sebebi de ‘tırtıklama’dır. İhtiyaç oldukça kenarından çentikler kopartılarak içeriğindeki metallerden eksiltilip değeri düşürülmüştür. Enflasyon da işte paramızın değerini böyle tırtıklamaktadır. Enflasyon sadece paramızı değil ahlakımızı da bozar. Üreticiyi malından çalmaya, kalitesini bozmaya; içeriğini değiştirip fayda miktarını azaltmaya teşvik eder. Paranın yozlaştırma ve ‘yoldan çıkarma’ etkisi kaçınılmazdır.

 

Herkesin bir fiyatı var mı?

 

Fizik dersinde şunu öğrenmiştik; her maddenin elektriğe karşı koyma dayanımı sınırlıdır, mutlak izolatör (yalıtkan) yoktur. En dirençli maddenin bile elektrik dayanımı bir noktada kırılır ve iletken olur. Şimşek denilen hadise, havanın delinmesi yani izolasyonun kırılması ve elektrik akımını ışık hızında iletmesiyle olur. İnsanların da paraya karşı koyamadığı bir direnç noktası bulunur. En namuslu, en gözü tok olanın bile paranın cazibesine karşı koyamadığı bir rakam vardır. Bu rakam milyar olur, milyon olur hatta Yüz bin bile bazısını ‘yoldan çıkarır’. Nasrettin Hoca ile başladık, Kraliçe fıkrasıyla yazıyı tamamlayalım. Rivayete göre uyanığın biri sağda solda konuşuyormuş: ‘Herkesin bir fiyatı vardır, Kraliçe’nin bile!’. Bu laflar kraliçenin kulağına kadar gidince öfkeden çılgına dönmüş ve ‘tez huzuruma getirin bu densizi!’ diye emir vermiş. Huzura çıkınca, söylediğini inkâr etmemiş küstah adam ve kraliçeye bir teklifte bulunmuş: ‘Size 100 Bin altın versem benimle 1 gece geçirir misiniz?’ diye sormuş. Kraliçe bu ahlaksız teklife sinirleneceğine safça yanıtlamış ‘Sende o kadar altın var mı?’. İstediği cevabı duymanın keyfiyle hınzırca gülümsemiş adam ve yanındakinin kulağına fısıldamış: ‘Kraliçenin fiyatını da öğrendik, sıra geldi 100 Bin altını bulmaya’.