Korku kapıyı çaldı;
Cesaret ‘’Kim o?’’ diye bağırdı.
Merak kapıyı açtığında Korku kaçmıştı.
Bu dünyaya ‘öğrenmek’ için geldiğimizi düşünürüm çoğu kez. An’lara tanık olmak ve an’lamı olan An’ılar biriktirmek için... Merak duygusu belki de en temel dürtümüzdür; doğduğumuz andan itibaren başlar ve hayat bilgimizi artırmamıza olanak sağlar. Merak hafızanın yakıtıdır; beyin kimyamızı ateşler risk alma iştahımızı besler. Merak korkunun panzehiridir; bizi harekete geçirir. Amaca varılınca beyin kimyamız normale döner, hevesimiz yatışır ve merak yerini tatmin duygusuna bırakır. Hani İngilizcede ‘merak kediyi öldürdü’ diye bir deyim vardır ya onun devamı şöyledir:’ ama tatmin onu diriltti’.
Risk korkudan bağımsız mıdır?
Hemen herkesin yanıldığı bir risk tanımı vardır; riski hesaplarken korkularının büyüklüğünü baz alırlar yani bir şey ne kadar korkutucu ise onu yapmanın bu kadar riskli olduğunu sanırlar. Örneğin zehirsiz olduğu bilinen bir yılandan bile korkarken alkollü araç kullanmaktan korkmazlar. Bir şeyin sonucu olumsuz ya da küçük düşürücü olacaksa o riski almak istemezler. Topluluk önünde konuşmak ya da kız arkadaşımızın ailesiyle tanışmak gibi şeyler bizi öldürmez ama bundan ödümüz kopar. Oysa ki, korkunuzun derecesiyle karşılaştığınız risk seviyesi alakasızdır. Bu yersiz kaygı işaretlerinin davranışımızı yönlendirmesine izin veririz. Bir şey bizi korkutuyorsa çok riskli, rahatsız edici ve baş edilemez olduğunu düşünürüz. Böylece onu yapmayı reddederiz. Bu gibi durumlarda kaygımız, karşılaştığımız risk seviyesini abartmamıza sebep olur. Öte yandan, bir şey bizi korkutmuyorsa- hatta heyecanlandırıyorsa- ona koşarız. Bu kadar çok kimsenin kolay para kazanma tuzaklarına (Piramit tipi, saadet zinciri dolandırıcılığı) kolayca düşmesinin açıklaması budur. Heyecanımız tavan yapınca aldığımız riski hafife alma eğilimimiz artar. Gerçek riski hesaplamak için soğukkanlılık gerekir. En mantıklı yatırım kararları, sağlıklı kafayla ve serinkanlılıkla verilenlerdir. Ama insanların ekseriyeti, olayların sıcaklığıyla bu kararlarını unutur; panik yapar veya değiştirirler. Örneğin finansal piyasalarda en büyük zararlar böyle hareketli dönemlerde edilir. Yine de en büyük risk hiç riske girmemektir; yaşamadan ölmektir. Çünkü ayağını sağlam diye bastığın bu dünya aslında uzayda savrulup gitmektedir. Tıpkı ünlü bilimkurgu yazarı Arthur C. Clarke’in sözündeki ironi gibi: Dünya denen, her yanı okyanuslarla kaplı bu gezegene Yerküre (toprak küre) denmesi ne kadar abes değil mi?
Denizde köpekbalığı varsa atlar mısınız?
Kızıldeniz’de dalış teknesinde yemek molasındaydık, mercanlara zarar vermemek için demir (çıpa) atmak yasaktı, sürüklenmemek için birçok tekne birbirine bağlanmıştı. Bir tekneden avaz avaz bağırıldığını duydum; shark! shark! Altta bir köpekbalığı silueti belirmişti ve ne oldu biliyor musunuz? Onu görebilmek için herkes teknelerden suya atlamaya başladı; merak korkuya baskın çıkmıştı. Ünlü deniz biyoloğu Sylvia Earle’ün sözündeki gibi olmuştu:
Köpekbalıkları güzel hayvanlardır ve siz de onlardan çok fazla görecek kadar şanslıysanız sağlıklı bir okyanusta (çevrede) bulunuyorsunuz demektir. Asıl hiç köpekbalığı göremiyorsanız ve okyanustaysanız korkmalısınız!
Kolejden sonra hayat var mı?
Ortaokuldayken araba camlarında bir çıkartma dikkatimi çekerdi; Is there life after college? Hayat kolejden sonra devam eder mi; yaşamaya değer mi? manasına gelirdi. Ölümden sonra hayat var mı sorusuna gönderme gibiydi. Herkesin hayatında büyük dönüşümler, kesintiler ve fetret dönemleri olmuştur. Büyük bir badire atlattıktan sonra artık hiç risk almak istemez insan; hayat onun için kumandanın pause tuşuna basılmış gibi donmuştur. Hani insan uzun bir yürüyüşten sonra ancak oturunca ne kadar yorulduğunu anlar ya işte bunun gibi zamanlarda güvenli bir limana sığınınca, aldığı ve atlattığı riskin ayırtına varır. Vücuttaki adrenalin seviyesi düşünce güçsüzlük hissi belirir ve artık yerinden kıpırdamak bile istemez. Üniversite sınavına 3 yıl deli gibi hazırlanıp sınavdan çıkınca yaşadığım büyük boşluk ve ne yapacağını bilememe duygusu böyleydi. Benim için tıpkı bir dağın zirvesine tırmanmak veya Atlantik okyanusunu aşmak gibiydi.
Okyanusu geçenler derede boğulur mu?
Yelkenli tekneleriyle Atlatik okyanusunu geçen bir Türk çiftin anılarını dinlemiştim; 2500 millik okyanusu geçtikten sonra böyle bir ‘serme’ durumu oluyormuş kimisinde. Yaklaşık 1 aylık sürede okyanusla baş edip marinaya girince bir süre kimse marinadan ayrılmak istemiyormuş. Tedirginlikten ziyade bir tembellik hali geliyormuş insana. ‘’Çok hazırlanıyorsun Atlantik’i geçmeye sonra geçince böyle gevşiyor, yumuşuyorsun’’ diye anlatıyorlardı. ‘’Bir Alman çiftle tanıştık; onlar da geçmişti Atlantik’i ama adam sürekli tedirgindi, rüzgarda çapa atmaya bile korkuyordu ki, deniz ve hava gayet müsaitti. Ve sonunda Alman Koca şunu söyledi: Ben karar verdim; artık marina yelkencisiyim, marinadan çıkmayacağım’’. ‘Okyanusu aşıp dereyi geçemeyenleri’ dinleyence Afterdrop sendromunu hatırladım. Soğuk suya dalış yapanlarda Afterdrop (tekrar donma) denilen bir komplikasyon oluşur ve sudan çıktıktan sonra da vücut ısınınız düşmeye ve titremeye devam edersiniz. Çünkü soğuktayken vücudunuz derinize kanı pompalamayı keser ve iç organlara gönderir ki, hayatınız tehlikeye girmesin. Bu sayede soğuk suyun içinde daha uzun kalabilesiniz. Kara tutması da aklıma gelen bir başka sendromdur; uzun bir deniz yolculuğundan karaya ayak bastıktan sonra da sallantı hissi devam eder. Yürürken yerin size doğru geldiğini sanırsınız hatta yatarken bile tavan sanki üstünüze gelir. Ayaklarınızın yere ‘sağlam basması’ ve semptomların geçmesi birkaç saat veya gün sürebilir.
Atlantik’i otostopla geçmek mümkün mü?
Aslında bildiğimiz otostop (tekne-stop) gibi bir şey değildir bu. Dünyada devamlı seyir halinde olan tekneler ve denizciler vardır. Genel tekne işlerini (temizlik, gece nöbeti, dümen tutma vs.) paylaşmak için amatörleri veya gemisi olmayan denizcileri alan bir sürü tekne bulmak mümkündür. Bu yöntemle gezginler okyanusu neredeyse bedava geçmiş, tekne sahibi de kendine yardımcı, yoldaş bulmuş olur. Güvertede 7 gün 24 saat süren bir rutin ve iş bölümü vardır. Birileri dinlenirken ötekiler çalışır. Tekne bazen otomatik pilotta gitse de sen teyakkuz halindesin; herkes uyurken sen nöbettesin. Dümeni tutar, yelkenleri ayarlar, radarı izler ve yıldızları gözlersin. Sonuncusu bu işin keyifli tarafıdır. Binlerce yıldızı karadayken asla göremezsin. Sabah güneşin doğuşunu selamlar ve sıcak kahveni yudumlarsın. 20-25 gün kara görmeden okyanusun ortasında olmak korkutucu gelse de heyecan duygusu ağır basıyor demek. Doğanın ortasında en yakın kara parçasından binlerce mil uzakta olmak bizim gibi şehir konforuna alışmış insanlar için kolay olmasa gerek. Ama doğanın hırçın yüzüyle karşılaştığımızda korku girdabına girmektense onunla uyum içinde olmayı denemek gerek.
Okyanusta mola verilir mi?
Okyanusu aşmak bir dağın zirvesine tırmanmak gibidir. Bir kez yola çıktınız mı mola vermek mümkün değildir; yola devam etmelisin, ta ki sağ salim menzile varıncaya kadar. Kızma birader oyunu gibidir bu tırmanış; küçük bir hatada kendini en aşağıda başlangıç noktasında buluverirsin. Eğer sağlam ve sağlıksıysan şanslısın, oyuna tekrar başlarsın. Bu duraksız yolculukta sana pek kimsenin yardımı da dokunamaz. Arabalar arıza yaparsa sağa çeker, uçaklar inebilir, dalgıçlar yüzeye çıkabilir ama tekneler hareket etmelidir. Demir aldıkları andan itibaren okyanusu kat edip güvenli bir limana varıncaya kadar. Okyanus geçmek nefes kesici bir deneyimdir tıpkı bir maraton koşmak gibi uzun dönemli planlama hazırlık ve olağanüstü dayanıklılık gerektirir ama ödülü benzersizdir; başarma gururu, tatmin duygusu ve özgüven verir ama alçakgönüllü olmayı da öğretir .
Fırtına da gemiyi terk etmek mümkün olsaydı kimse okyanusu aşamazdı. Charles Kettering (ABD’li mucit ve işadamı)
Fırtınada denize atlamak intiharla eşdeğerdir. Teknede kalmak ve fırtınayı atlatmaya çalışmak daha güvenlidir. Fırtınasız deniz ve sıkıntısız hayat mümkün değildir. Eski denizciler okyanus kabardığında ve azgın dalgalar yelkenlilerini savurduğunda pes etselerdi asla yeni kıtalar keşfedilemezdi, insanlık gelişemezdi. Sen de pes etme; işler kızıştığında, aksilikler üst üste gelip hayat üzerine çulladığında çuvallama! Devamında seni neyin beklediğini bilemezsin; devam etmelisin…
Tanrıdan kolay bir hayat vermesini değil büyük zorluklara direnecek gücü vermesini dilemek gerekir. Bruce Lee (Çin asıllı ABD’li dövüş sanatları ustası ve oyuncu)
Son söz: Dünya karşılaştığın fırtınalarla değil, gemiyi limana getirmenle ilgilenir. William Mc Fee (İngiliz yazar ve denizci )