KALDIRIMLAR KALDIRILSIN MI?

30 okunma Temmuz 2021

‘Bir ülkenin gelişmişliği; kaldırımlarının yüksekliğiyle ters orantılıdır.’  Anonim

Çok klişe bir sözle başladım yazıya, farkındayım ama çok iddialı bir öneri sunacağım; lütfen okumaya devam edin. ‘Benim okumaya vaktim de yok, sabrım da!’ diyorsanız hemen özetleyim; trafik başta olmak üzere şehirlerdeki sıkışıklığın, plansızlığın, yanlış yatırımların, israfın ve hatta yolsuzluğun temelinde kaldırımlar vardır ve kaldırımlar kaldırılmalıdır. Çok mu iddialı oldu, şaşırdınız mı? o halde yazımın devamını da okuyun, gerekçelerini detaylı şekilde anlatacağım. 

Kaldırımların demokrasiyle ilgisi var mı?

Kaldırıma araba parkedenler; arabanızdan indiğiniz anda siz de birer yayasınız, unutmayın! Araba kullan(a)mayan çocuklarınız, yaşlılarınız, engelli yakınlarınız da; hepsi birer yaya. Kaldırımlar demokrasinin ve eşit muamelenin test platformlarıdır. Arabaların kaldırımlara park etmesine göz yumuluyorsa, kaldırımlar ticari işletmelerin işgali altındaysa, iki kişinin yan yana yürüyemeyeceği kadar darsa veya ağaçlandırma adı altında beton saksılarla kaplıysa o şehir sınıfta kalmıştır. Şehrin gözde semtlerindeki kaldırım malzemesi, ‘kenar’ semtlerinkinden çok üstünse burada kesinlikle bir ayrımcılık ve göz boyamacılık vardır. Özellikle de göz önünde olan bu merkezi semtlerde, kaldırım kaplamaları sıkça değiştiriliyorsa en hafif tabiriyle ‘israf’ ve görgüsüzlük vardır. Kaldırım ne işe yarar? Adı üstünde: yayaları yoldan ‘kaldırmak’ yani yukarıda tutmak ve yoldaki taşıtların ‘şerrinden’ sakınmak için. Sadece taşıtların mı? Şehirlerimizde kanalizasyonlar yetersiz olduğu için yağmurlarda taşan suları da yolda tutmak ve yayaların ıslanmasını engellemek için. Peki bu asli fonksiyonlarını yerine getiriyorlar mı? Korkarım ki, hayır.

Kaldırım Mühendisleri ne iş yapar?

Sanırım dünyanın başka yerinde olmayan bir mühendislik dalı var ülkemizde: ‘Kaldırım Mühendisliği’. Bu bölüme girmek için sınav, puan gerekmiyor; iste(me)yen herkes girebiliyor ve anında mezun olabiliyor çünkü çalışmamak gerekiyor. Yani işsiz olmak. Tamam komik değil, farkındayım; işsizlik dalga geçilecek bir mevzu değil. Ama bu kadar çok ‘kaldırım’ mühendisinin olduğu bir ülkede kaldırımların rezil durumda olmasını da anlayamıyorum. Aslında biliyor ve bu yazıda da açıkça dile getiriyorum ama hazmedemiyorum. Zira kaldırım mühendislerinin yani,  işsiz olduğu için gün boyunca şehrin kaldırımlarını arşınlayanların bu kadar çok olmasının sebebi de kaldırımlar zaten. Kaldırım söküm ve yeniden döşeme faaliyetinin bunca sık ve yaygın olduğu bir ülkede, kaldırım kalitesinin ve işçiliğin bu kadar düşük ve yetersiz olmasını nasıl izah edebiliriz bilmiyorum. Diyorum ki, inşaat fakültelerinde gerçekten; kaldırım, refüj ve yol işaretleme bölümü açılsa da, diplomalı kaldırım mühendislerimiz olsa. Kimse tercih etmez mi? neden etmesin! Belediye bütçelerinin aslan payı bunlara ayrılıyor, sürekli bir iş alanı ve ‘ölmez’ bir meslek bu. Memlekette bu ‘kaldırım’ rantları devam ettikçe kaldırım mühendislerine de hep iş düşecek sanırım.

İmar planları neden, mütemadiyen değişiyor?                        

Medeni ülkelerde şehir merkezleri özellikle de ‘eski şehir’ denilen tarihi bölgeler koruma altındadır. İmarı tamamlanmış olan semtlerin imar planları kolay kolay değişmez, yoğunluk artırılmaz, yoğunlaşmaya izin verilmez. O tarihi sokaklar henüz arabaların yaygınlaşmadığı dönemlerde (atlar ve yayalar geçsin) diye inşa edildiğinden genellikle trafiğe de kapatılır. Yeni imara açılacak ‘bakir’ bölgelerde de önce kanalizasyon sistemleri, yollar ve kaldırımlar başta olmak üzere bütün altyapı sistemleri önceden planlanır ve tamamlanır. Bu şekilde paftalar ve adalar belirlenmiş olur ve buralarda inşaat yapacaklardan, bu altyapı yatırımlarının bedeli nispi olarak alınır. Şimdi diyeceksiniz ki, bizde de bir inşaat ruhsatı almadan önce envai çeşit harç, vergi vs alınıyor zaten. Alınıyor da toplanan bu fonlar merkezi bütçeye aktarılıyor ve işlevini yitiriyor, kayboluyor. Peki, imar planları neden sabit kalamıyor? Katma değerli (gerçek) üretimin olmadığı ekonomilerde fahiş kazançlar yaratmanın en kestirme ve zahmetsiz yolu; rantı yeniden dağıtmaktır. Elindeki kartları beğenmeyen oyuncuların desteyi karıştırıp yeniden dağıtması gibi ya da maç devam ederken kuralları lehine olacak şekilde değiştirmek gibi. Bu belirsizlik ortamında vatandaş da ‘ben yaptım oldu!’ zihniyetiyle inşaat yapıyor ve ‘nasıl olsa bir af çıkar, yaptığım yanıma kar kalır’ diye düşünüyor. İşin garip tarafı; haklı da çıkıyor. Hani ünlü gangster Al Capone’a atfedilen bir söz vardır; ‘Çocukken bana bisiklet yollaması için Tanrı’ya dua ederdim. Sonra Tanrı’nın yönteminin bu olmadığını anladım; bir bisiklet çaldım ve beni affetmesi için Tanrı’ya dua etmeye başladım’. Teşbihte hata olmaz; bizim vatandaş da önce her türlü usulsüzlüğü yapıyor, kaçak kat çıkıyor, projeye ruhsata uymuyor ve inşaatını tamamlayıp, ‘af çıksın’ diye dua ediyor.

Çocuk kasisten ne anlar?

3.5 yaşındaki oğlumla sık sık yürüyüş yapıyoruz. Ona hem genel trafik akışını izletmek hem de bir yaya olarak şehirde nasıl hareket edeceğini öğretmek için. Oğlum bu aralar kasislere fena halde takıntılı. Kendisiyle her gün kasis turuna çıkıyor, yeni kasisler keşfediyoruz. Kelimenin iki anlamıyla da, yollarımız kasisten ‘geçilmiyor’. Memlekette ne çok, çeşit ve ebatta kasis bulunduğunu fark ettim sayesinde. Algıda seçicilik oldu bende; yolların her metrekaresinde kasisler görüyorum. Kasisleri sınıflandırmaya ve isimler vermeye başladık artık. Hani, Monte Kristo romanında iki mahkum konuşuyor ya; ‘hücremin duvarlarındaki her bir taşı tek tek saydım diyor’ biri, öteki yanıt veriyor: ‘O da bir şey mi? ben her birine isim bile verdim’. Sarı - siyah ve balık sırtı şeklinde olanlar tümsek kasis. Okul ve askeriye önlerinde bolca bulunuyor bunlardan. Kasis deyince ilk bunlar akla geliyor; yavaşlamak istemeyenleri kasis ‘zoruyla’ duraklatmayı amaçlıyor. Bezelye kasisler ovalimsi, yola aralıklı olarak dizilmiş, fasulye tanesi şeklinde olan tümsekçikler. Bunlar tümsek kasisler kadar caydırıcı değiller; daha çok ‘parça tesirli’. Izgara kasis; pis su gideri olarak yolun genelde kenarına sıralanmış olan dikdörtgen, delikli ızgaralar. Yuvarlak kasis; bildiğiniz rögar (foseptik) kapakları ki, bunların dikdörtgen şeklinde Telekom versiyonları da var. Bu çıkıntılar hiçbir zaman yolun kotunda ayarlanamadığı için münferit kasis ‘görevi’ yapıyorlar. Bilgisayar oyununda bonus toplar gibi aralarından slalom yaparak geçmeye çalışırken ne kazalar atlatıyoruz. Bunların menteşe bağlantıları zamanla gevşiyor ve araçlar üstlerinden geçerken kırılacak gibi ses çıkıyor; işte oğlum bunlara da ‘ses çıkaran kasis’ adını veriyor.

‘Engelsiz’ler için engel mi?

Engelliler yolu takip edebilsin diye yerleştirilmiş olan, bant şeklinde kasisler var bir de. Kaldırımlara kesikli çizgiler şeklinde dizilmiş olan sarı kabartmalara: çizgili kasis adını taktık. Diyeceksiniz ki, ‘bunlar da mı kasis?’ evet, maalesef öyle duruyorlar. O kadar özensiz ve gelişigüzel yerleştirilmişler ki, bırakın engellileri, görebilenler için bile engel haline geliyorlar. Zaten kaldırımlar geometrik ve topolojik olarak standarttan o kadar uzak ki, bu çizgili kasisler işlevsiz kalıyor. Bu sarı bantlara gelinceye kadar; kaldırımlarda ve yollarda bütün engellileri ‘engelleyecek’ fazlasıyla iniş ve çıkışlar var. Kaldırım yüksekliği birkaç metrede bir değiştiği için engelliler için kolaylık değil, neredeyse ‘tuzak’ haline geliyorlar. En önemlilerini sona sakladım; çukur kasisler de var. Sözlükteki kasis tanımına uymasalar da en yaygın olanlar. Yolu enlemesine kesip, içlerinden boru, kablo vs geçirmek için kazılan ve tekrar üstünkörü şekilde toprakla doldurulan, asfalt kaplama yapılmamış ‘doğal’ engeller bunlar. Yani o kadar olağan hale gelmişler ki, doğal kabul ediyor, yadırgamıyoruz. Oysa ki, çukur kasisler kasis ailesinin en sinsi ve tehlikeli üyeleri; geceleri ve yağmurla dolunca görünmez oluyorlar. Üzerlerinden araçlar geçtikçe derinlikleri ve genişlikleri artıyor adeta birer hendek halini alıyorlar. Çocuğumu kreşe götürürken bana ‘’Baba, lütfen çukurlara girmeyelim!’’ diye yalvarıyor. Ben de ona ‘memlekette çukursuz yol mu var, oğlum?’ diyorum. Yani anlayacağınız yol-yordam öğretiyor, gerçeklere alıştırıyorum.

Yol-suz’lukların sebebi ne?

Bizim ülkede bir yolun tamamlanması o kadar uzun sürer ki; yapımının her aşamasını yakından takip edebilir ve yakinen biliriz. Bu süreçte yol, trafiğe ve araç geçişine de açık tutulduğu için bizzat kendi tekerlerimizle yolun oturmasına ve düzleşmesine de katkıda bulunuruz. Kısacası bizde her yolun yapım süreci imece usulüyle tamamlanır. Yola mıcırı döküp asfalt dökmezseniz, asfalttan çaldığınız için ilk yağmurda yol bozulur, mıcırlar dağılır, çukurlar oluşur. Emek ve para boşa gitmiş olur. Yeniden bu yola bütçe ve kaynak aktarırsınız; çukurlara mıcır dökülür ve bu sefer ince bir asfalt atılır yol bitmiş gibi görünür taa ki yağmur yağıncaya kadar. Asfalt çözülür, yolda ince çatlaklar oluşur ve kamyonlar geçtikçe bu çatlaklar büyür kaplama parçalanır, altı boş olduğu için yolda çökmeler olur. Yine boşa giden zaman, emek ve kamu kaynakları. Her seferinde iş yapılıyormuş, müteahhit para kazanıyormuş, istihdam sağlanıyormuş gibi bir algı oluşur ama sonuçta yol yine bozuktur ve yol-suzluk vardır. Bu senaryonun benzeri, kaldırımlar döşenirken de sahnelenir. Yollar ve kaldırımlar arasındaki yükseklik yarışı devam eder durur. Peki yol neden yükselir? İşini ‘bilen’ müteahhitler yola sağlam bir temel oluşturmayıp malzeme yığma yöntemiyle yol döşedikleri ve her çöktüğünde eski yolun üstüne yeni malzeme dökerek yolu yükselttikleri için. Rögar kapaklarında yol seviyesinin tutmamasının sebebi de budur. Yol yükselir de kaldırımlar durur mu? Onlar da yeni yol seviyesine nispet yaparcasına yenilenir.

 

Kaldırımları kaldırmak çözüm olur mu? 

Kaldırıma karşı değilim; kaldırım ‘ekonomisine’ karşıyım. Şehrin diğer bütün sorunları dururken bütçenin kaldırım yenileme işine ayrılmasına karşıyım ben. Eğer bir ülkede kaldırım yerine sarı bir çizgi çekerek; kaldırımlar, yürüyüş ve bisiklet yolları belirlenebiliyorsa orada medeniyet vardır, insana saygı vardır. Araçlar park etmesin diye kaldırımlara mantar ‘döşeniyorsa’ belediye ile cip sahipleri arasında ortaçağdaki kale kuşatmaları gibi bir mücadele vardır. Birisi yüksek duvarlar örüyor ötekiler duvarları aşıp kaldırımları zaptetmeye çalışıyor demektir. Ne zaman ki, bir belediye başkanı kendi döneminde kaldırım bütçesini kaldırır ve o parayı eğitime, istihdama, kültüre, sanata harcarsa işte o zaman sorunlar hallolur.