Bu dünyada kimseye güvenme fazla; Gölgen bile seni karanlıkta terk ettikten sonra. İbn Teymiyye (İslam Alimi: 1263, Harran - 1328, Şam)
Oğluma hayvan resimleri çizmeyi öğretirken internette gördüğüm bir resim bana çok kolay bir yöntem gösterdi. Küçük bir kız, A4 kâğıdının kenarına plastikten bir fil ve zürafa koymuş, bu oyuncakların kâğıt üzerine yansıyan gölgelerini (konturlarını) takip ederek bu hayvanların birebir görüntülerini kağıda çiziyordu. Ne kadar basit ve pratik bir yöntem diye düşündüm; neden benim aklıma gelmemişti? Çünkü büyüklerin dünyası hep ‘büyük fikirleri’ ve ‘paralı işleri’ düşünmeye odaklanmıştı. Zihnim birden aydınlandı; reel sektör ve para arasında da aynen böyle bir yansıma ilişkisi vardı. Gerçek ve finans arasındaki ilişkiyi çözmüştüm; para gerçek işlerin kâğıda vuran gölgesiydi. Peki, gölgeyi yaratan yani nesneye vuran ışığın kaynağı neydi? İnsanın zekâsı, yaratıcılığı ve emeğiydi. Çünkü satın alınan ‘değeri’ meydana getiren şey üretimdi ve bu üretim için harcanan zamandı, kullanılan bilgiydi, teknolojiydi.
‘Saye’nizde ne demek? Rivayet odur ki; antik dönemin en ünlü filozoflarından Sinop’lu Diyojen, ölüleri gömmek için kullandıkları bir fıçının içinde yırtık giysileriyle, kimseye muhtaç olmadan ve kimseyi umursamadan son derece basit ve mütevazi bir hayat sürermiş. Bir dönem Aristo’nun da öğrenciliğini yapmış olan Büyük İskender Sinop’u fethedince Diyojen ile tanışmak istemiş. Yanına gittiğinde Diyojen sonbahar güneşinde ısınmaya çalışıyormuş. Onu görmeye gelen ve ‘Dile benden ne dilersen, Ey! Yüce filozof’ diye soran Büyük İskender’e şöyle bir kafasını kaldırarak ‘Gölge etme, başka ihsan istemem!’ demiş. Hikayenin devamında sanırız İskender ‘büyüklük’ bende kalsın deyip Diyojen’in canını bağışlamış. Peki İskender’e bile eyvallah etmeyen Diyojen ne demek istemiş? Sanırım o anda şöyle düşünmüş: sen ‘büyük’ İskender olsan da güneşten büyük değilsin. Şimdi güneşimin önünden çekil de, bana gölge etme! Günlük yaşamda birilerine minnetimizi ifade etmek için sıklıkla kullandığımız ve ‘sayenizde efendim!’ sözündeki ‘saye’ kelimesi gölge anlamına gelir. Farsçadan dilimize geçmiştir. Bu kelimenin kinayeli şekilde bir kullanımı da vardır: başımıza bu da geldi, sayenizde! İşte başımıza gelenlerin başımızda olanlar yüzünden olduğunu anlatmak için kullanılan ‘ve-saye-t’ kelimesi de saye kökünden türetilmiştir. Beceriksiz olan yöneticilerin sık başvurduğu bir mazerettir bu; ellerini kollarını bağlayan ve kendilerine engel olan vesayet odakları hep vardır. Hani onlar ‘gölge etmese’ istedikleri gibi yönetebilecek ve başarılı olacaklardır.
Paranın vesayeti nasıl kuruldu? Günümüzde finans sektörü o kadar büyümüş ve zenginleşmiştir ki, adeta reel sektörü hatta dünyayı vesayeti altına almıştır. Altın kural nedir? Altını olan kuralı koyar. Bu kuralın tersi de doğrudur: Kuralı koyan altını alır. Altını olan kimdir: parayı basanlar. Çünkü fiziksel karşılığı (altın vs.) olmayan günümüz parasının değeri onu basanların (ve piyasaya sürenlerin) itibarıyla orantılıdır. Bunu biraz açalım; parayı basan onun kendi başına değeri olmadığını en iyi bilendir. Değer kazanması için ne olmalıdır? Borç olarak verilmesi yani piyasaya sürülmesi ve tedavül etmesi (el değiştirmesi) yani ticarete konu olması gerekir. Paranız bir malın ya da emeğin ödeme aracı olarak tartışmasız kabul görüyorsa değerini bulmuş (kazanmış) demektir. Artık ‘kağıt’ olmaktan çıkmış, kağıt para (banknot, hisse senedi, tahvil, bono) haline gelmiştir. Parayı basanlar bunu borç olarak ve (genellikle) bir faiz karşılığında yani vadesi gelince geri ödenmek üzere piyasaya sürerler. Yani paranın ekonomiye katılması borç verilerek kredi açılması şeklinde olur. Teşbihte hata olmaz; kumarhane fişlerini düşünün. Girişte nakit paranızı kumarhane veznesinde fişlerle değiştirirsiniz ve çıkışta kaldıysa veya kazandıysanız elinizdeki fişleri tekrar vezneye verip nakit alırsınız. Elinizdeki fişlerin teminatı kumarhane yönetimidir. İstediğiniz zaman bu fişleri nakite çevireceklerine güvenirsiniz. Peki, kumarhane sahipleri bu fişlerden istedikleri kadar basıp çoğaltamazlar mı? Elbette yaparlar ama bu fişlere değer katan sizin dışarıdan getirdiğiniz gerçek paralardır ve sizin kumar oynama arzunuzdur. Bu benzetme içinde fişler finansı ve oyun düşkünleri reel ekonomiyi temsil eder. Oyuncuları kumarhaneye alıştırmak ve oyunda tutmak kilit noktadır. Faizsiz finans mümkün müdür? Piyasaya verilen borcun (kredinin) faiziyle birlikte geri ödenebilmesi için bu paranın, faizinden daha yüksek bir getiri (artı değer, katma değer, vs) yaratması beklenir. Basılan paranın piyasaya borç veya kredi olarak enjekte edilmesine bankalar ve diğer finans kurumları aracılık ederler. Bankalar en yüksek getiriyi taahhüt eden veya vadeden sektörlere en çok parayı vermekte tereddüt etmezler. Aslında hangi sektörlerin ağırlık kazanacağını, yükseleceğini ve büyüyeceğini belirleyen bankalardır, finanstır yani paradır. Finansman sağlayamayan hiçbir iş kolu büyüyemez ve uzun süre ayakta kalamaz. Hiçbir sektör ve firma sadece özkaynağıyla (kendi parasıyla) çok fazla büyüyemez. Çünkü finansman günümüz ekonomisinin jet yakıtı gibidir. Borsanın da benzer bir işlevi vardır; büyümek isteyen şirketlere uzun vadeli ve ucuz finansman sağlar. Borsaya açılan (kote olan) şirketler faiz yerine ‘temettü’ yani kar payı dağıtırlar. Kısacası adı faide, nema, temettü, kar ortaklığı, kira getirisi vs. ne olursa olsun faizsiz finans sağlamak ve kullanmak mümkün değildir. Faiz bir nevi sizin kumarhane sistemine soktuğunuz kendi paranız gibidir. Çarkı çeviren, akışı (likiditeyi sürdüren) sizsiniz. Karşılıksız basılan paralar ne olacak? Dünyayı kasıp kavuran Covid 19 sürecinde bütün merkez bankaları (bizimki dahil) sınırsız para basmaya başladılar. Sandılar ki, durma noktasına gelen ekonominin sorunu yakıt (nakit) eksikliğidir. Yani jetin yakıtı bittiği için havalanamamaktadır. Oysa ki, pilot hastadır ya da uçmak istemez. İnsanlar çalışmayınca, hareket etmeyince, emek harcamayınca gelir yaratılmıyor, ekonomi büyümüyor, işler düzelmiyor. Demek ki neymiş, ekonominin motoru para, finans değilmiş. Ekonominin dinamiği insan faaliyeti, finansın değerini yaratan insan emeğiymiş. Karanlıkta gölge kaybolur, insanlar çalışıp tüketmezse para ‘hiç’ olurmuş.
Gölgeler uzayınca ne olur? Gölgeler daima siyahtır çünkü paranın (sermayenin) rengi olmaz (doların yeşil olması optik bir ilüzyondur). Hepimiz biliriz ki, akşama doğru gölgeler uzamaya başlar. Bu optik yanılsamanın sebebi güneş ışığının nesneye yatık vurmasıdır; Gölgemizin uzunluğu bizi kolayca yanıltabilir. Kendi gövdemizin gerçek büyüklüğünü unutturabilir. Onun uzayıp kısalması çok kolay ve hızlıdır, arkadan vuran ışığa bakar. Piyasaya çok para pompalanıyorsa bilin ki emek ve üretim azalmış veya kesintiye uğramıştır. ‘’Küçük adamların büyük gölgesi oluyorsa güneş batıyor demektir’’. Konfüçyüs