BAHARAT MIYIZ?

30 okunma Eylül 2020

Ortaokulu Mersin'de okudum; ailemden uzakta, rahmetli dedemle kaldım. Sabahları demli çay kokusuyla uyandırırdı beni; çaydanlığın içine tomurcuk yenidünya çiçeği atardı, mis gibi kokardı. 80’li yıllarda Mersin nüfus ve yerleşim olarak da İskenderun’dan çok büyük değildi; sonra devlet yatırım kartını Mersin için kullandı ve şehir cazibe merkezi oldu, özellikle güneydoğudan yoğun göç aldı ve hızla büyüdü, kalkındı. Cumartesi günleri şimdi Hilton Oteli’nin olduğu yerde okul arkadaşlarımla basket oynardık. Eve gitmek için otobüs durağında beklerken ısınmak için sıcak salep içerdik, bol tarçınlı. Salebin üzerindeki tarçın yüklü kaymak tabakası damağımıza yapışırdı. Sanki damağımın kaynamış saleple yanması ısınmanın bir bedeliydi. Tarçın kokusu sihirli bir zaman makinesi gibi o yoksulluk ve yoksunluk günlerime götürür beni. Kokuların böyle keskin bir etkisi vardır; burunla beyin arasındaki mesafeyi ışık hızında katedip silinmiş hatıraları şimşek gibi aydınlatır. İnsanın kalbini titretir, burun direğini sızlatır. 

Buzdolabından önce baharat mı?                                                                                  Çocukken gittiğimiz komşu evlerin kendine has kokuları vardı; bizim evinkinden çok farklıydı, yabancıydı, o evde en çok ne pişiyorsa onun kokusuydu. Sucuk mesela, ortaokul arkadaşımın evinin baskın kokusuydu. Sucuk o zamanlar lükstü, pahalıydı. Ama aslında arkadaşımın annesinin pratik kurtarıcısıydı. Kadın, günlerden günlere gezdiği için evde yemek yapmazdı; tavada kızarttığı ekmek arası sucukla çocuklarına öğün atlatırdı. Pastırma ve sucuk insanoğlunun buzdolabından önceki en harika icadıydı. Uzun yolculuklarda eti muhafaza etmek için bol tuzlu ve bol baharatlı bir karışımla sıvanır; uzun süre dayanırdı. Baharat Arapçada kokular demektir. Baharat o kadar önemliydi ki, bin yıl boyunca uluslararası ticarete konu oldu; baharat ülkelerine ulaşan yeni rotalar bulmak için okyanuslar aşıldı, Amerika kıtası bulundu.  

Evin kokusu statümüzü belirler mi?                                                                                                                      Güney Kore yapımı olan ‘Parazit’ filmi 2019 Oskarlarına damgasını vurdu. En iyi senaryo ve en iyi yönetmen dahil 4 dalda ödül alan film; Oskar tarihinde İngilizce çekilmediği halde En iyi film Oskarını alan ilk yapım oldu. Parazit, G. Kore'nin başkenti Seul'de yaşayan iki farklı sınıftan aileyi önce bir araya sonra karşı karşıya getiriyor. Küçük ve karanlık bir bodrum katında yaşayan fakir Kim Ailesi ile göz alıcı bir evde yaşayan zengin Park Ailesinin hikayelerini anlatıyor. Park Ailesi anne, baba ve iki çocuklarıyla; Seul’e tepeden bakan, bol güneş alan büyük, bahçeli bir villada yaşıyorlar. Kim ailesi ise anne, baba ve iki çocukla Seul’un en kötü semtinde, yerin dibinde, küf kokan yoksul bir yaşamı sürdürmeye çalışıyorlar...Her şey Kim ailesinin oğlu Ki-woo’nun, bir arkadaş referansıyla Park ailesinin evine İngilizce öğretmeni olarak gitmesiyle başlıyor. Ki-woo bu eve kapağı attıktan sonra ailesinin de yardımıyla önce kız kardeşini resim öğretmeni daha sonra şöför olarak babasını ve son olarak da annesini aşçı olarak Park ailesinin yanında işe sokmayı başarıyor. Başlarda her şey Kim ailesi için rüya gibi geçiyor. Yaşadıkları bodrum katının “kokan” duvarları akıllarına bile gelmiyor. Bu zenginliğe hızla adapte oluyorlar, bir parazit gibi eve yerleşip zengin ailenin tüm olanaklarından faydalanıyorlar. 

Hepsi aynı mı kokuyor?                                                                                                Park ailesinin küçük çocukları Da-Song’un “Hepsi aynı kokuyor” demesiyle Kim ailesinin rüyası bitmeye başlıyor. Küçük çocuk evin hizmetine girmeden önce ‘sözde’ birbirini tanımayan bu dört kişinin aynı koktuğunu ilk fark eden oluyor. Akabinde evin babası da şöförü için aynı şikâyeti dile getiriyor; bay Park bu kokuyu karısına şöyle tarif ediyor:  “Arabanın içine yayılan o kokuyu nasıl tarif etsem ki? Turp kokusu desem… Yok değil. Bezi kaynattığında çıkan koku var ya, işte öyle kokuyor. Ama o koku yok mu? Ta arka koltuğa kadar geliyor. O kokuyu bazen metroda da alıyorsun”. Kim ailesi üzerlerine yapışan bu kokudan kurtulmaya çalışsa da bu mümkün değil. Çünkü yaşadıkları derme çatma mahallede herkes bu kokuyu taşıyor: Ait oldukları sınıfın, yoksulluğun kokusu bu. Baba Kim (şöför) bu kokudan kurtulmak için bol sabunla yıkanmalarını istediğinde kızı (sözde resim öğretmeni)  soğukkanlı bir şekilde şöyle diyor: "Bu, bodrum kat kokusu. Buradan taşınmadığımız sürece bu koku üstümüzden gitmeyecek." Parazit bir kurgu yapım olsa da Seul'de binlerce kişi ‘banjiha’ adı verilen bodrum katındaki dairelerde yaşıyor. Kore savaşında sığınak olarak yapılmış, güneş ışığı almayan bu banjihalarda bitkiler bile yaşayamıyor.  

Çaya baharat katılır mı?                                                                                                                                                 10 yıl önce K.Irak’ın Erbil kentinde bir fuara katılmıştım, otelde içtiğim çayın nefis tadını unutamadım. İçindeki aromayı sorduğumda kürt garson ‘hell’ diye açıklamıştı. Kakule (hel) Ortadoğu ülkelerinde ve Güneydoğu illerimizde kahvenin değişmez tatlandırıcısı olarak yüzyıllardır kullanılıyor. 6 yıl önce çayıma şeker katmayı bıraktığımdan beri demliğin içine baharat atıyorum. Çubuk tarçın, tomurcuk karanfil ve kakule çekirdeğiyle çayımı demliyorum. Tavsiye ederim hem şekerin tadını unutturuyor hem de nefis kokuyor. Sucuk ve köfte baharatında da kullanılan kakule çiğnendiğinde ağız kokusunu gideriyor ve yutulduğunda sindirime iyi geliyor. Tarçın kan şekerini dengeliyor, antioksidan etkisiyle kansere karşı koyuyor. Osmanlı mutfağının vazgeçilmez baharatı tomurcuk karanfilin çiçek olan karanfille bir akrabalığı yok, sadece kokuları benziyor. Uzakdoğu’da yetişen, boyu 20 metreye ulaşan karanfil ağacının çiçek kısmındaki tomurcuklardan toplanıp kurutuluyor.

Hangisi kimi temsil ediyor?                                                                                             Bir yıl önce bu 3 baharatı hem alırken kolaylık olsun hem de kokuları birbirine karışsın diye aynı kavanoza koymaya başladım. Kokuları birbirine iyice karıştı; artık tarçın karanfil gibi kokuyor biraz, karanfil kakule kokusundan nasibini almış. Yani artık tarçın da tam tarçın değil, karanfil ve kakule de biraz tarçın gibi olmuş. O zaman şunu fark ettim ki, bizim toplum dediğimiz şey de bu baharat kavanozu sanki; kokularımız birbirimize sinmiş belki de bu yüzden birbirimize tahammül etmemiz kolaylaşmış. Ama hiçbirimiz de artık kendimiz gibi kokmuyoruz yani orijinal kokumuz yitip, gitmiş. Dil için de geçerli bu, aksanlarımız, şivelerimiz birbirine benzemiş ama saf bir dil kalmamış hatta tarçın gibi baskın olan bir dil diğer dilleri belki de ortadan kaldırmış, silmiş. Teşbihte hata olmaz ama bana kalırsa; Karanfil muhafazakar kesimi, Tarçın beyaz Türkleri, kakule doğu ve güneydoğu insanını temsil ediyor sanki. Kimisi bizim için ebru dedi mozaik dedi ama bence baharat kavanozu en isabetlisi.