Akıl ve davranışlar yönünden farklılıklar söz konusu olan insanların dünyaya açılan iki ana kapısı vardır. İşi ve sözü. Söz ve iş ahlakı olmayan kişilerin kalitesinden, ciddiyetinden bahsedilemez. Eğer tüm yaşam ilkelerimizi, ‘onurumuzu ve kendimize olan saygımızı her şeyin üstünde tutmalıyız’ anlayışı üzerine inşa edersek, vizyonumuzu da “insana saygı” düşüncesine dayandırırsak topluma her anlamda rehberlik eden, sevilen, sayılan, kalitesini kanıtlayan örnek bir insan oluruz.
Bu ay sayfalarımıza böyle sıra dışı bir insanı konuk ettik. Yaşam öyküsünü paylaştığımız Suat Atasever; inanılmaz bir vizyonu olan, enerji dolu, modern, çalışkan, yaratıcı, renkli bir kişilik. Gerçekten hayatınızda tanıyabileceğiniz pozitif, üretken, alçak gönüllü, mütevazı haliyle alkışlanması gereken sosyal bir girişimci... Kimsenin tartışamayacağı bir kalitesi var. Herkese, her şeye yetişmeye çalışıyor. Tutku duyduğu iş, deniz, balık, tekne, spor gibi ilgi alanları onun dünyasını oluşturuyor.
Suat Atasever’e hayata, hayatın anlamına, işine yönelik pek çok konuya dair sorular yönelttik. Saatlerce onu dinledik, vücut hareketlerini, yüz mimiklerini izledik ve çok şey öğrendik. Yaşamla ilgili doğru ve isabetli tüyolar aldık. Hikâyesi bizi çok etkiledi.
Belirlediği hedeflere, yoluna yılmadan, vazgeçmeden devam eden, işlerini tutkuyla yapan, nev-i şahsına münhasır Suat Atasever mesajlarıyla ruh tellerinizle oynayacak. Mutluluk, sevinç, heyecan, aynı zamanda şaşkınlık gibi bir sürü duyguyu bir arada yaşayacağınıza inanıyoruz. Okurken hayallere dalacaksınız. Anlattıkları size moral olacak. Dünyadaki gelişmeleri yakından takip ediyor ve her daim kendini yeniliyor. Öyle çok şey sığdırmış ki hayatına, bir hazine kutusu onun yaşamı. Tam anlamıyla açmak güç, ama aralamak mümkün… Onun bilgi dolu samimi ve çarpıcı açıklamalarını yer yer ürpererek dinliyoruz, ama her yaştan insanın mutlaka ama mutlaka okuması ve okutması gerektiğini düşünüyoruz. Çok keyifli bir sohbet oldu. Herkese örnek olması dileğiyle şimdi sizleri Suat Atasever ile baş başa bırakıyorum.
KENDİNİZİ KISACA TANITIR MISINIZ?
Denizli’nin Çivril İlçesi’nde 1963 yılında doğdum. İlkokul tahsilimi yine memuriyet nedeniyle bulunduğumuz Mersin’in Erdemli İlçesinde Orta Okul tahsilimi İskenderun’da Lise tahsilimi İskenderun ve Antakya’da tamamladım. Sonrasında girdiğim üniversite sınavlarında başarılı olarak Ankara Gazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi İşletme Bölümünü kazandım. 1985 yılında da mezun oldum. Avukat Deniz Atasever ile evli olup 25 yaşında Ece 22 yaşında Aslı isminde kız çocuklarımız var.
ÇOCUKLUK YILLARINIZ NASIL GEÇTİ?
Çocukluğumu doyasıya, bir ömür boyu unutamayacağım şekilde yaşadım. Hayatımın en önemli, yaşam köklerinin geliştiği dönemdir. Benim için her şey fazlasıyla vardı. Ağır Ceza Hâkimi olan babam Faruk Nafiz Atasever iş yoğunluğuna rağmen hep yanımızdaydı. Yaşam enerjim yüksekti. Bizim dönemde ve yaşadığımız yerdeki hemen her çocuk gibi hem çalışarak hem de sokakta oyun oynayarak bu yıllarımı geçirdim. Kendimce bir dünyam ve sorgulamalarım muhakkak vardı. Geçmişte çocukluğumu düşününce "şunu şunu yapardım, acaba farklı mıydım?" dediğim de oluyor. Arkadaşlarım arasında nispeten lider ruhlu bir insandım. Ancak bunun karakter özelliğimden ziyade o zamanki arkadaş çevremle de alakalı olabileceğini düşünüyorum. Arkadaşlık kurmakta zorlandığımı hiç hatırlamıyorum. Hem okulda hem sokakta sevdiğim hiçbir oyundan geri kalmadım ve arkadaşlarım tarafından da bu anlamda aranan ‘lider rulu’ bir kişiydim diyebilirim.
“LİDER RUHLUYUM” KELİMELERİNİ AÇAR MISINIZ?
Ben kendimi bildim bileli amansız bir sporcuyum. Çok küçük yaşlardan beri futbol oynarım. Erdemli’de de 8-9 yaşlarındayken babamın arkadaşının eczanesinde çalışırken bir yandan da mahallemizin çocuklarından oluşan futbol takımı kurdum. Maddi durumu çok iyi olmayan ailelere sahip bu çocukların tüm masraflarını karşılayabilmek için yazın sıcak günlerinde evimizdeki büyük bir tencerenin içerisine buz koyarak bakkaldan aldığım gazozları futbol takımında birlikte oynadığımız bazı arkadaşlara sattırarak gelir elde etmeye başladım. Bu işten de inanılmaz güzel para kazanırdım. Eczanede de çalıştığım için iki taraflı gelirim olmaya başladı. O paralarla da takım arkadaşlarımın formasını, spor ayakkabısını alırdım. Kış aylarında da sakız sattırırdım. Mahalle arkadaşlarım adeta bana canını verecek derecede bağlıydılar. Ben de arkadaşlarım için öyleydim. Yani ölümüne arkadaştık biz. Korkusuzdum ama efendiydim. Arkadaşlarım için yapamayacağım şey yoktu. Herkes bizleri severdi, çünkü biz de insanları çok severdik.
BABANIZ ÇALIŞMANIZA KARŞI ÇIKMIYOR MUYDU?
Babam her zaman hayat görüşümü çok etkileyen, idolüm olan kişiydi. Nasıl hareket etmem gerektiğini bilecek şekilde, terbiyeli, kibirden uzak ve seviyeli yetiştirdi. Yüreğimde dev’liği baki, başım her sıkıştığında sığındığım limanımdı babam. Bize unutamayacağım öğütler verirdi: ‘Oğlum, kendinden daha kötü durumda olanlarla yemeğini paylaşmalısın.’ Yanımızda çalışanlara karşı yüksek sesle konuşmamıza dahi izin vermezdi. Onlarla birlikte aynı sofrada oturur yemeğimizi yerdik.
Maddi durumumuz iyi olmasına rağmen her şeyi önümüze sermezdi. Bize yetecek kadar harçlık verirdi. Çalışarak, kazanarak, hayatı bizzat yaşayarak öğrenmemiz için yönlendirme yapardı. Bu nedenle çalışmamı gururla izlerdi. Tabii kontrolü elinden bırakmazdı. Etrafımızda, zor durumda olan insanlarla her zaman paylaşım içinde olurduk. Benim de kazandıklarımı maddi durumu iyi olmayan arkadaşlarıma harcamamdan dolayı mutlu olurdu. Kendimi bildim bileli bana hissettirdikleri sevgi ve “evimizde” öğrendiğim bütün değerler için aileme ömrüm boyunca minnettar kalacağım.
O ZAMAN BABANIZI ANLATIR MISINIZ?
Türkmen soyundan gelen bir ailesiyiz. Atalarımız, dedelerimiz Reyhanlı’ya gelerek ovaya yerleşmişler ve tarımla uğraşmaya başlamışlar. Bundan dolayı bizim ailemizin de bölgede arazileri bulunmaktadır. Babamın, diğer hâkimlere göre avantajı arazileri de olmasıydı. Mesela kimsede yokken bizim otomobilimiz vardı. Babama bu durumundan dolayı ‘Ağa Hâkim Bey’ derlerdi. Babacan tavırlı, yardımsever, hem kendiyle hem de insanlarla barışık olmayı sevdiği için gittiği her yerde çok severler, saygı duyarlardı. Vatandaşlar uzaktan gördükleri andan itibaren ayağa kalkarak, ceketlerini ilikleyerek selam verirlerdi. Ailesine de çok düşkün bir insandı.
TEKRAR ÇOCUKLUĞUNUZA DÖNECEK OLURSAK…
Erdemli’de çok güzel bir çocukluk yaşadım. Çünkü orada her şey doğaldı. Portakal ağaçları içerisinde evimiz vardı. Bütün kış ağaçların üstünde kalır, meyveyi dalından kopartır yerdik. Portakal çiçeğinin o büyüleyici kokusunu unutmam imkânsız. Portakal, mandalina ve turunçların çiçek açtığı o mevsimde güneş çekilip akşam olduğunda, tatlı bir rüzgâr baş döndürücü kokuyu bütün şehre yayardı. Bu kokuyu duyduğumda içimi sevinç ve huzur kaplardı. O dönemlerde her yere yürüyerek giderdik. Şehir mi küçüktü, yoksa biz mi hep aynı çevre içinde dolaşır dururduk bilmiyorum. Bu günkü deniz, balık ve tekne sevdam da çocukluktan geliyor. Evimizin yakın oluşundan dolayı sık sık arkadaşlarla yüzmeye giderdim. Balıkçı tekneleri ilgimi çok çekerdi. Bu nedenle balık tutmak, tekneler tutkum oldu. 10 yılımızı geçirdiğimiz Erdemli’de bayağı bir çevrem oluşmuştu.
SONRASINDA NELER YAŞADINIZ?
İşinde başarılarıyla dikkat çeken babamın tayini müfettiş hakim olarak Ankara’ya çıktı. Sürekli iş gezileri yapan babam bu nedenle bizleri yanına götürmedi. İki yılımız böyle geçti. Daha sonra tayini İskenderun’a çıktı. Sıcak, sinek ve bir apartman dairesindeki yaşam nedeniyle bayağı mutsuzdum. Ancak yaz aylarında Reyhanlı’da tarlalarımıza, çiftliğimize gitmeye başlayınca tüm olumsuzlukları unutmaya başladım. Bu arada İskenderun ve Reyhanlı’da yeni arkadaşlar sayesinde çevrem genişledi. Burada da futbol takımı kurdum. Evimiz denize yakın olduğundan balık tutmaya giderdim. 12 Eylül 1980 öncesi olduğu için öğrenci olayları nedeniyle gençlik dönemimi sıkıntılı geçirdim. İskenderun’da başladığım eğitimimi ise Antakya Lisesi’nde tamamlamak zoruna kaldım. Sınavlar sonrasında da Ankara Gazi Üniversitesi İşletme Fakültesini kazandım.
REYHANLI’DAKİ YAŞAMINIZDA NELER YAPTINIZ?
Yazın Reyhanlı’da sabahın 5’inde amelelerimizi traktörle tarlalara götürür sıcağı rağmen başımıza poşu bağlayarak onlarla birlikte biz de çalışırdık. Burada da çok güzel anılarım oldu. Tarlaya gittiğimiz seher vaktinde çalışanlarımız hemen ateş yakarlar ve patlıcan közlerlerdi. Sonra onu soyarak üzerine kimyon, tuz, biber gibi baharat atarak açık köy ekmeğinin içerisine sarar ve yerlerdi. Bazen içerisine domates koyarlardı. Pişen patlıcanın, domatesin kokusunu metrelerce uzaktan hissedebilirdiniz. Ben de onların sofrasını oturur ikram edilenleri büyük bir iştahla yerdim. O lezzeti hala unutamam. Reyhanlı’da da günlerimi iş dışında futbol oynayarak, Yenişehir Gölü’nün o pırıl, pırıl akan berrak, buz gibi sularında yüzerek, ava giderek, traktör sürerek, ata binerek geçirirdim. Hayvanlara olan sevgim de bu dönemlerde başladı ve artarak bu günlere kadar devam etti.
Bir de 12-13 yaşlarında olmama rağmen ticarete başladım. Kuzenim ile afaracılık işine girdim.
‘AFARACILIK’ NEDİR?
Harman yerlerindeki hububat döküntülerini toplayanlardan satın alan kişilerdir. Yani Eylül ayında pamuklar tarlalardan toplanır ve döküntü olarak nitelendirilen ürünler de dalında bırakılır. Bunları işçiler, ihtiyacı olan vatandaşlar toplayarak çuvallara basarlar. Ardından da bizim gibi alıcılara getirerek satarlar. Burada amaç insanlara destek olmaktı. Ben de o yaşta bu işe girdim. Amcamın oğlu Ali Atasever ile birlikte ailemize ait şehir merkezindeki bir dükkâna kantar koyduk ve alım-satım yapmaya başladık. Babamdan da aldığım borç para ile o insanların parasını ödüyordum. Sonra da o pamukları traktörlerle çırçır fabrikalarına teslim ediyorduk. Tabi babamdan aldığım parayı geri ödedim. Çok güzel kazanımlar elde ettim.
BU SÜREÇTE BABANIZ VE KARDEŞLERİNİZ NELER YAPIYORLARDI?
Kardeşimin yaşı küçük olduğu için bir işe karışamazdı. Ağabeyim de ülkemizde yaşanan sağ sol çatışmaları nedeniyle okumak için Almanya’ya gitti. Babam da hâkimlik görevini, tayininin çıktığı Adana’da sürdürürken hafta sonları Reyhanlı’ya gelerek tarla işleriyle ilgilenirdi. 1989 yılında da emekli oldu.
ÜNİVERSİTE YAŞANTINIZ NASIL GEÇTİ?
Başarılı bir öğrencilik dönemi yaşadım. Burada da futbol oynamayı sürdürdüm. Yüzme ve su sporları yarışmalarına katılırdım. Ama yaz aylarındaki ‘afaracılık’ işimi devam ettirdim. Para biriktirmeyi severdim. Altın alırdım. Biriktirdiğim paralarla üniversite son sınıftayken kendime araba aldım. Okulu bitirince de ara vermeden askere gittim. Özellikle askerlik süreci yaşantımı derinden etkilemiştir. Unutmama imkân olmayan çok sayıda anım ve hatta vücudumda izleri bulunmaktadır.
ANLATMAK İSTER MİSİNİZ?
PKK eylemlerinin çok yoğun olduğu bir dönemde askere gittim. Tuzla Piyade Okulu’nda acemi eğitimimi aldıktan sonra sıra kura çekimine gelmişti. Bütün arkadaşlarımın istemediği Hakkâri’ye ben neredeyse gönüllü gitmeye çalışıyordum. Nitekim kura çekiminde elimi torbaya girdirdim ve karıştırırken bir kağıt iki parmağımın arasına sıkıştı. Şansımdır diyerek çektim ve Hakkâri ili çıktı. Bir anda sevinçle kolumu havaya kaldırarak duygularımı dışa vurdum. Bu hareketimi gören o dönemin komutanı beni odasına çağırarak ‘oğlum diğer arkadaşların Hakkâri’yi istemezken, bunu da açık açık söylerlerken sen neden sevindin?’ diye sordu. Çünkü bu ülkeyi, vatanı bölmek, bayrağımızı dalgalandığı gönderden indirmek isteyen PKK gibi kalleşlerle savaşarak şehit olmanın benim için büyük gurur olduğunu söyledim. Kalktı anlımdan öptü ve bana başarılar dileğinde bulundu. Hatta bir çatışmada ayağımdan yaralandım. Şimdi dahi ayakta fazla dursam, yürüsem kireçlenme oluyor, acısını hissediyorum.
ÇATIŞMAYI DA UNUTAMIYORSUNUZ SANIRIM…
Unutmama imkân yoktu. Hakkari’de birliğimde özellikle silah atışlarındaki tam isabet başarım, disiplinli davranışlarım nedeniyle beni tim komutanı olarak seçtiler. Bir ay komando eğitimi aldım. Denetlemeye gelen yüksek rütbeli komutanları koruma görevi benim timime verilirdi. Sık sık çatışmalara giderdik. Bir tanesinde iki Trabzonlu askerim gözlerimin önünde şehit oldu. Ben de ayağımdan yaralandım. Naaşlarını ailelere teslim etmek görevini de ben üstlendim. Oraya gittiğimde anne ve babalarının sarılarak ‘çocuğumuz kokuyorsun’ demeleri kulaklarımda çınladı. Saatlerce beni bırakmadılar. O cümleleri beynime kazındı. Çok etkilendim. Günlerce kendime gelemedim. Zaman zaman Trabzon’a iki askerimin mezarlarını ziyaret ederek dua ediyorum.
HAKKÂRİ’DEKİ BAŞKA ANILARINIZI DA PAYLAŞMAK İSTER MİSİNİZ?
Silah ve bomba seslerinin yoğun olduğu bir kentimizdi. Yıllarca buradaki yaşamı ve insanları çok merak ederdim. Orada yaşayan insanları tanıyınca misafirperverliği, dostluğu, sevgiyi yakından hissediyorsunuz. Bunu birebir yaşayan biri olduğum için de çok mutluyum. Sizinle unutamayacağım anımı da paylaşmak istiyorum. Seçim yapılacak köyün birinde görevlendirildik. Gerekli önlemlerimizi aldıktan sonra beklemeye başladık. Saatler geçtikten sonra köyün imamı yanıma gelerek beni evine davet etti. Evin zemini tamamen topraktı. Zorla tahta divanın üzerine oturttu. Evdeki küçük çocuklar yabancı ve üniformalı bir asker olduğum için bana şaşkın gözlerle bakıyorlardı. Bu arada imam evinin bir köşesini eşmeye başladı. Toprakaltına gizlediği Hindistan Cevizini çıkartarak bana ikram etti. Bir kısmı çürümüş olan bu meyveyi çocuklarına vermesini istememe rağmen kabul etmedi ve benim yememi istedi. Çok etkilendim. Çünkü onlar için çok değerli olan bir yiyeceği benimle paylaşıyordu. Ağlamamak için kendimi zor tuttum. Duygulandığımı gizlemeye çalıştım.
ASKERLİK SONRASI NELER YAPTINIZ?
İskenderun’a döndüm. Kısa bir süre sonra da babamın avukat arkadaşı aracılığıyla Londra’da bir kolejde dil eğitimi aldım. Burada da çalıştım ve çok şey öğrendim. Barmenlik yaptım. Ancak mesai saatim gece geç vakitlere kadar olunca oradan ayrıldım ve İtalyan lokantasında işe girdim. Burası benim yaşantımda çok önemli yer tutmaktadır. Çalışma yaşantımın felsefesini oluşturdu.
NEDEN?
Tüm malzemeleri akşamdan hazırlanmış pizza ve makarna yemeklerini yapardım. Her şey kurallara uygun yapılmak zorundaydı. Ama ben bazen malzemeleri bol koyarak müşterilere gönderiyordum. Bir gün müşterinin biri lokantaya gelip; ‘benim yiyeceğimi Suat Şef’ yapsın demiş. Bu sipariş şekli müdürün dikkatini çekmiş. Yanıma geldi ve ‘Dışarıdaki şahıs pizzayı senin yapmanı istedi.” Bizde tüm malzemeler aynı konur. Yani her şey standartlara uygun yapılmaktadır. Nasıl yapıyorsun ki özellikle yiyeceği ürünü senin yapmanı istedi’ dedi.
Sonra da beni izlemeye başladı. İçimden ‘malzemeyi daha bol koyayım müşterinin memnuniyetini arttırayım da belki ücretime zam yapar’ diye düşünüyordum. Yaptığım pizzayı görünce önce şaşırdı sonra da sert bir ses tonuyla ‘Bir daha böyle yaparsan seni kovarım. Buraya gelen müşterilerimiz bizim kurallarımızı biliyor ve yaptığımız ürünün lezzetinden dolayı gelmeyi sürdürüyorlar. Eğer kurallara uymazsak, damak zevklerini değiştirmeye kalkarsak tüm mücadelemiz boşa gider, meslek kariyerimiz yerle bir olur. İçindeki malzemeleri arttırmayı bizde biliyoruz. Ama biz bu lezzet şekliyle ürünümüzü kabul ettirdik.’
BU TAVIR KARŞISINDA SİZ NE DÜŞÜNDÜNÜZ?
Özellikle konuşması sırasında “Bir defa da ve her defada aynı kalite” mantığıyla bu günlere geldiklerini söylemesi beni düşüncelere sevk etti. Farklılaşma güzel gibi gelse de yaptığım yanlış standartlaşmayı bitiriyordu. İlk anda bağırması zoruma gitmişti ama sonra daha mantıklı düşününce yapılanların doğru olduğunu anladım. O söz benim tüm yaşantımın felsefesi haline geldi.
LONDRA’DAN NEDEN DÖNDÜNÜZ?
Londra’da iki hedefim vardı. Birincisi ticarete atılmaktı. Dörtyol başta olmak üzere yöremizin narenciye ürünlerini ihraç etmek istiyordum. Bunun altyapısını hazırlamaya çalışıyordum. Diğeri de sürekli görüştüğüm bir arkadaşımın yaşadığı, bana övgüyle bahsettiği Avustralya’ya gitmekti. Hatta ticareti orada yapabileceğimi dahi söylemişti. Ama geçirdiğim motor kazası yüzünden Türkiye’ye dönmek durumunda kaldım.
YENİDEN YURT DIŞINA GİTMEYİ DÜŞÜNMEDİNİZ Mİ?
Tabii ki düşündüm ama kaza sonrası belimde yaşadığım sıkıntılar nedeniyle bütün yurt dışı hedeflerime nokta koydum. İyileştikten sonra babamın banka müdürlüğü yapan bir arkadaşı aracılığıyla İngilizce bilmemin avantajıyla yedek parça üreticisi ABD firmasının Mersin Serbest Bölge’deki şubelerinin finans bölümünde işe başladım. Bir yıl kadar sonra da elyaf ve türevi ürünlerin ithalatını, ihracatını yapan Rus firmasına girdim. Ama burada mutlu değildim. Açıkçası ABD firmasından ayrıldığım için buruktum. Mersin’de eşim Deniz Hanımla tanışarak nişanlandım. Günler böyle geçerken 1991 yılında annemle İskenderun’da dolaşırken aile dostumuz olan Ahmet Göçmen Bey ile karşılaştım. Sohbet sırasında neler yaptığımı sordu. Ayaküstü bazı bilgiler verdim. Beni fabrikaya davet etti. Ertesi günü işimden izin alarak Ahmet Bey’in yanına gittiğimde bana ASAŞ’ta çalışmam için iş teklifinde bulundu. Çok sevindim Zaten bir hedefim de İskenderun’a ve Reyhanlı’ya yakın olabilmekti. Bu arada babamı da yeni kaybettiğim için Reyhanlı’daki tarlalarımızla da daha rahat ilgilenebilecektim. Hemen istifamı vererek ASAŞ’ta işe başladım.
ASAŞ SERÜVENİNİZİ ANLATIR MISINIZ?
1993 yılının başlarında satın alma, satış ve ISO belgelerinin alınmasına yönelik çalışmalarının yapıldığı kalite bölümünde göreve başladım. Genel Müdür Yardımcılığı’na kadar yükseldim. Tam 23 yıl sonra kendi işimi kurmak amacıyla oradan ayrıldım. Bu süreçte Ahmet Bey öğrettikleriyle benim idollerimden biri oldu.
SİZİN GÖZÜNÜZLE AHMET BEY’İ ANLATIR MISINIZ?
Ahmet Göçmen bilge kişiliğe sahip adeta sihirli bir insandı. Çok farklı biriydi. Kişiliğimin oturmasında etken bir isimdir. Ticaretin inceliklerini öğretirdi. Bildiklerini mutlaka paylaşırdı. Yurt dışı ve yurt içinden gelen iş insanlarıyla gerçekleştirilen toplantılara fabrikanın üst düzey yöneticilerini mutlaka çağırırdı. Az ve öz konuşurdu. İyi bir dinleyiciydi. Paylaşacağı konuyla ilgili bilgileri toparladıktan sonra bizlere anlatırdı. Öfke kontrolü konusunda beni sürekli uyarırdı. “Hemen tepki verme, önce dinle, özümse, düşün, araştır sonra gerekeni yap” derdi. Bu sözler bende çok büyük değişimlere yol açtı. Öfke kontrolünü, insan yönetimini, ilişkileri, sosyal aktiviteleri onun tavsiyeleri, yaklaşımı sayesinde öğrendim. Kişiliğini bildiğimiz için hangi konu olursa olsun bilgileri tam anlamıyla elde etmeden karşısına çıkmazdım. Ahmet Bey’in düşünceleri, kişiliği hayat felsefemi oluşturdu.
ÇİFTÇİLİK NASIL GİDİYORDU?
ASAŞ’ta çalışırken çiftçilik işleriyle de ilgilenmeye sürdürüyordum. Ama benim en önemli hedefim plastik sektörüne girerek üretim yapmaktı. Zaman zaman Ahmet Bey ile bu düşüncemi paylaşıyordum. Kısmet olmadı.
NEDEN PLASTİK?
Asaş’ta görev yaptığım süre içerisinde filtre sektörü başta olmak üzere her alanda plastik maddesinin önemini öğrendim. Küçücük parçalar büyük görevler yapıyordu. Alım satım bölümü bana bağlı olduğu için de plastik ürünlere ciddi oranda paralar ödeniyordu. Yüksek maliyetler çıkıyordu. Kendimi bu sektöre doğru kanalize etmeye başladım. Nitekim emekli olmama rağmen çalışmayı sürdürdüğüm ASAŞ’ta yönetimle görüşerek düşüncemi paylaştım. Onların da destekleriyle 2015 yılında ASAŞ Plastik’i kurarak üretim alanına ilk adımımı attım.
ASAŞ PLASTİK’İN GELİŞİMİYLE İLGİLİ BİLGİ ALABİLİR MİYİZ?
Plastik sektöründe hizmet veren bir fabrikayı makinalarıyla satın aldıktan sonra çok iyi bir ekip oluşturdum. Antakya’nın Serinyol Bölgesi’nde her türlü altyapısı bulunan 1000 metrekare kapalı alana sahip yere taşındık. Buradayken yenilerini alarak makine sayımızı ve kalıp sayımızı arttırarak üretim kapasitemizi arttırdık, ürünlerimizi çeşitlendirdik. Kazandığımız ivme nedeniyle mevcut yerimiz dar gelmeye başlayınca Serinyol’da 1500 metrekaresi kapalı alan olmak üzere 7500 metrekare büyüklüğünde yeni bir yere taşındık. 100’ün üzerindeki ürünlerimizin büyük bölümünü ASAŞ alırken kısa sürede müşteri portföyümüzü de arttırarak diğer büyük filtre fabrikaları ile atölye niteliğindeki üreticilere de satış yapar duruma geldik. Bu gelişmelere uygun olarak yeni makine siparişlerimizi de verdik. 2020 yılının sonuna kadar kurumlarını tamamlamayı planladığımız makinalarımız sayesinde üretim kapasitemiz en az yüzde 20 artacaktır. Gelişmek için ne gerekiyorsa yaptık ve yapmayı da sürdürüyoruz.
İHRACAT HEDEFİNİZ VAR MI?
Bizim gibi firmaları ayakta tutacak, sürdürülebilirliğimizi sağlayacak en önemli unsur ihracattır. Özellikle dövizdeki istikrarsızlıktan çok olumsuz etkilendiğimiz için ihracata yönelik gerekli yurtdışı temaslarımızı yoğunlaştırdık. İran, Irak gibi Ortadoğu ülkeleri ilk hedefimiz. Suriye’de kriz sona erer yeniden eski günlere dönülürse orası da hedef pazarlarımız arasında. Önümüzdeki süreçlerde Avrupa pazarını da düşünüyoruz.
KALİTEDE NE DURUMDASINIZ?
ISO 9000 belgemizi aldık. Şimdi de ISO 16949 belgesi almak için çalışmalarımızı başlattık. Ayrıca ürün verdiğimiz global düzeydeki filtre fabrikaları kendi ürünlerini testten geçirdikleri için bizim de ürünlerimiz otomatik olarak gerekli testlerden geçmiş oluyor. Çok önemli otomobil markalarının araçları için satış yapan fabrikalarımız riske girmezler. Bir fabrikamız kendi ürününü Japonya’da teste tabi tutturtmuş. Tam not almışlar. Tabii biz de bu sayede gerekli güvenlik testlerinin hepsinden geçmiş oluyoruz.
YENİ YATIRIM PLANLARINIZ VAR MI?
Plastik sektöründe çeşitliliğinizi sürekli yenilemek zorundasınız yoksa ayakta kalamazsınız. Her yeni araç, yeni filtre; her yeni filtre de içindeki plastiklerin yenilenmesi demektir. Bu nedenle maliyeti çok yüksek olmasına rağmen kalıp sayılarımızı arttırıyoruz. Bir de otomobil dışında plastiğin farklı ürünlerini üretebilmek için araştırmalar yapıyoruz. Örneğin kasa üretimini de gerçekleştirebiliriz. Ar-Ge laboratuvarımızı kurmak istiyoruz.
HEDEFLERİNİZ İÇERİSİNDE BAŞKA NELER VAR?
Asaş Plastik markasının tüm dünyada aranan bir değer olmasını sağlama yolunda çalışmalarımız hız kesmeden sürüyor. Markamızı büyüterek ve daha yüksek noktalara taşıyarak ana üreticilere direkt ürün veren üretici konumuna gelmek için her geçen gün daha çok çalışıyoruz. Bir başka hedefimiz de filtre sektöründe sektöre yön veren dünya çapında ismini duyurmuş firmalarımızın çok üst sınıfta olan ürün çeşitliliğinin büyük bölümlerinde yer alabilmektir.
Bir de İskenderun’da tüm plan ve projeleri geleceğe yönelik şekilde hazırlanan yüksek teknolojiye sahip bir tesis kurmayı planlıyoruz. Otomotiv sektörünün kümeleştiği, büyük fabrikaların üretim yaptığı İstanbul’daki ASAŞ’ın fabrikasının alanı içerisinde yeni bir tesis kuracağız. Pandemi olmasaydı şimdiye kadar bu planımızı yaşama geçirmiştik. Eğer fabrikamızı tamamlarsak buralara gönderdiğimiz ürünlerin maliyetinde ciddi tasarruflar sağlayabileceğiz.
MARKA OLABİLDİNİZ Mİ?
Markalaşmada çok iyi yol alıyoruz. İnsanların gözünde iyi bir yerdeyiz. ASAŞ Plastik olarak ürünlerimizdeki kalitemiz nedeniyle güzel geri dönüşler alıyoruz. Bilinirliğimiz çok yüksek oranlara ulaştı. Sektör her geçen yıl yetkinliğini ve kapasitesini artırarak yoluna devam eden ASAŞ Plastik; markasıyla hizmet verdiği müşterileriyle güven ve iş birliğine dayalı ticari ilişkileriyle geleceğe istikrarla büyüyerek yürümektedir. Sektörde bir farkındalık yaratabilmek adına inovasyon ile birlikte pazarlamanın da hayati bir fonksiyon olduğunu biliyoruz.
GELİŞMENİZDE ANA STRATEJİNİZ NE OLDU?
Güvenilirlik, esneklik, yenilikçilik ve sürdürülebilirlik değerleri ile birlikte iş ortaklarıyla uzun yıllara dayanan bir çalışma kültürüne sahip ASAŞ Plastik olarak sektörümüzde prestijli projelerin tercih edilen ve güvenilen bir çözüm ortağı olarak geliştik. İlkelerimizin başında müşteri memnuniyetini sağlamak 1. sırada yer almaktadır. Bu anlayışımız çerçevesinde mevcut alt yapımızı güçlendiriyor ve teknolojik yatırımlarımızı artırmaya devam ediyoruz. Gelen talepleri aksatmadan kaliteli ürün/hizmet politikasıyla karşılayarak güvenilir tedarikçi konumumuzu sürekli perçinliyoruz. ASAŞ Plastik Ailesi olarak büyüme hedeflerimizi, ar-ge’mizi ve yatırımlarımızı sektörümüzde daha yüksek performansa ulaşacak şekilde planlıyoruz. Kurulduğumuz ilk andan itibaren, doğru planlamalar ve önlemler ile yönetim kadromuz ve tüm çalışma arkadaşlarımız ile hedeflerimiz doğrultusunda her gün marka bilinirliğimizi ve pazar payımızı artırarak yol alıyoruz.
ŞİMDİ DE BAZI ÖZEL SORULAR YÖNELTMEK İSTİYORUM.
KENDİNİZİ BİR KAÇ CÜMLEYLE ANTATIN DERSEM NELER SÖYLERSİNİZ?
Çevreme çok duyarlı ve insana önem veren duygusal bir kişiyim. Ne kadar çok insan çalıştırabilirsem bu vatana en iyi hizmeti vermiş olurum diye düşünüyorum. Kaliteye, bilgiye, ekip çalışmasına, disipline, güvenirliliğe önem veririm. Kolayca iletişim kurabilen biri olarak kibri ve kibirli insanları hiç sevmem.
KEŞKENİZ OLDU MU?
Her zaman “keşke olsaydı” yerine, “henüz olmadı” diyorum. Kesin olarak bildiğim tek bir gerçeklik var: Olumlu ya da olumsuz yaşadığım her şeyin geçeceğini biliyorum: iyi gibi, kötü gibi, var oluşun bin bir hali gibi… Geçecek… Kendi hayat anlayışım gereği, karşıma çıkan ne olursa olsun anlamaya, anlamlandırmaya çalışıyorum. İnsan, tutundukları kadar, vazgeçebildikleriyle de var. Hayat kısa ve bizler gerçekten istediğimiz şeylerin peşinden koşmalıyız, gerekirse hayatımızı toptan değiştirmeliyiz. Ben de yaşamaya devam ediyorum. Hepsi bu.
HAYAT FELSEFENİZ DERSEM…
İmkânsızı hayal etmem. Rasyonel davranırım. Bir şeye söz vermişsem mutlaka yerine getiririm. Bu dünyada iyi insanların da olduğunu başta çocuklarımız olmak üzere herkese aşılamamız gerektiğini ilke olarak benimseyen biriyim.
HOBİLERİNİZ VAR MI?
İş yaşamımın dışında deniz ve tekne olmazsa olmazım. Ailecek seviyoruz. Gelecekte belli bir süre tekneyle koy koy gezerek günlerimi geçirmek istiyorum. Hayvanları ve onlarla vakit geçirmeyi çok seviyorum. Şu anda fabrikamın bir köşesinde yaptığım barınaklarda atlar, köpek, tavuk, kaz, hindi, sülün, bıldırcın, özel cins horoz ve köpeklerim var. Onların yanına gidince inanılmaz huzur buluyorum.
Basketbol, futbol, tenis oynamak, balık tutmak, müzik dinlemek, kitap okumak da vazgeçilmezlerim arasındadır. Yüzmek, su altında olmak inanılmaz mutluluk veriyor. İnanın tüpsüz bir şekilde saatlerce deniz altında kalmak, o dünyayı görmek, oradaki yaşamı keşfetmek gibi doğal yeteneğim olsun isterdim.
İskenderun Engelliler Basketbol Takımı’nın başkanlığını yapıyorum. Olanaklar çerçevesinde engelli kardeşlerimize destek vermeye ve verdirtmeye çalışıyorum.
Ayrıca 8 yıl Asaş Spor 2. Başkanlığı görevini yürüttüm. Burada da başarıyı yakalamak, sporda kardeşliğin önemini ortaya koyabilmek için var gücümle mücadele ettim.
YOĞUN İŞ TEMPONUZ VAR. AİLENİZE VAKİT AYIRA BİLİYOR MUSUNUZ?
Ailem benim mutluluğumun temelini oluşturmaktadır. Çocuklarımın başta eğitim olmak üzere tüm girişimlerindeki başarılarıyla gurur duyuyorum. Mümkün olduğu kadarıyla onlarla vakit geçirmek için çabalıyorum. Bugünkü duruma gelmemde en büyük desteğim onlardır.
SOSYAL SORUMLULUK PROJELERİNİZ VAR MI?
Amel defterimin hep açık kalmasını sağlayacak eserler bırakmak en önemli hedeflerimdendir. Babamın ve rahmetlik kardeşimin adına okul yaptırmak istiyorum. Reyhanlı’da bulunan arazimizi bu amaçla Devletimize devretmek gibi planlarım var.
RİSKİ SEVERMİSİNİZ?
Her zaman hesaplanabilir ve katlanılabilir riskler aldım. En kötü senaryoyu göze almadığım bir girişime yönelmedim.
BU ENERJİYİ, DİNGİNLİĞİ VE SEVECENLİĞİ NEYE BORÇLUSUNUZ?
Oldum olası boşa vakit harcamayı hiç sevmem. Ben, dolu dolu yaşayan bir insanım. Kahve köşelerinde boşa vakit harcamak bana göre değildir. Bu çocukluğumdan beri cazip gelmez. Spor yapmayı çok severim. İnsanlar sevmeyi, gülmeyi, teşekkür ve takdir etmeyi, saygıyı bilmelidirler. Tüm bu olgular, insanlara hem güç hem de sevecenlik kazandırır kanısındayım. Sevecenliğe gelince, onu da güzel dostlara borçluyum. İşte ben dinginliğimi, pozitif enerjimi gördüğünüz gibi hareketli yaşantıma borçluyum.
SON OLARAK BİR MESAJ VERMENİZİ İSTERSEM NELER SÖYLERSİNİZ?
Tüm yaşamım boyunca ilkelerimin ilk sırasında ‘bakmak ve görmek’ kelimeleri yer alır. Duymak istemeyenden daha sağırı, görmek istemeyenden daha körü yoktur. Kişileri ve nesneleri görmenin ve işitmenin ilk koşulu duyarlılıktır. Karanlık gecelerde, geminin kayalara çarpmaması için, deniz feneri nasıl yanıp sönerek işaret verirse, düşünebilen bir insan da yaşamda bilim, din ve felsefenin ışıklarından hangisi gerekli ise onun ışığından yararlanmalıdır. Manaları "görebilmek" için, nesneleri görmek yeterli değildir. Çünkü göz, görüneni değil, görünmeyeni görebildiğinde "görür"; görünmeyenin izini sürdüğünde görmemizi, bir şeyin iç yüzüne vâkıf olabilmemizi sağlar. Bakmak her zaman görmek demek değildir. Görebilmek için, gözlem, irdeleme, yorumlama ve anlamaya çalışmak gereklidir.
Kant, “İnsan, aklını kullanarak sonsuzluğa uzanır.” demektedir. Aklını kullanarak sonsuzluğa uzanamayan insanın, orada göremediği “varlığın” kanıtı, “varlığın” yokluğuna kanıt değildir ve bu yaklaşım içerisinde, aklın şüpheyi bile pozitif yönde kullanarak yaktığı o tek bir mum, Robert Alden’in dediği gibi, “Dünyadaki karanlıkların tümüyle bile söndürülemez.”
Netice itibariyle, zor iştir bakmak ve sonunda görebilmek. Demek ki, görebilmenin yolu, bakabilmekten, bakmasını bilebilmekten geçiyor.
Gençlerimize de bu değerlendirmeler ışığında şunları söylemek istiyorum; hedefler, genellikle, hayallerden her zaman farklıdır. Hayaller, kişinin varmak istediği noktadır. Hedef ise, oraya nasıl gidileceğini gösteren programlardır. Hayaller, mücadelenin sonucunu belirleyen vizyon; hedefler ise, başarılı olmak için atılan kişisel adımlardır.
Kişi, hayallerinin kendisini nereye götüreceğini çoğu zaman bilmez. Hedefi olmayan insanın sahip olduğu güçlerin hiçbir önemi yoktur, tıpkı barajı olmayan bir akarsuyun sularının boşa akıp gittiği gibi…