Dünyada milyarlarca insan, yürüyeceği yola odaklanır. Sadece yol odaklıdır. İlk başta çoğumuz ilköğretim hayatına başladı. Okuma yazma öğrendi. Matematik, hayat bilgisi gibi dersler aldı. Bunlar bizleri okul hayatına ve okumaya hazırladı. Sonra ölene kadar çalışıyoruz. Peki, ‘ne için çalıştık şimdiye kadar’ biraz düşünelim. O yürüdüğümüz yoldaki rengârenk çiçekleri, ağaçları, bembeyaz pamuk tarlalarını, her renkten meyve ve sebzeleri farkına varabildik mi? Yani demek istediğim, detayları ve anlık mutlulukları hep kaçırdık. Detayları görebilen ve bu detaylarla hayatını şekillendiren insanların sayısı ise azınlıktadır. Gerçekten de detaylar önemlidir ve bazen bir hayata domino taşı etkisi yaratabilir. Bu ay sizlere yaşam hikâyesini sunduğumuz Akpınar Dağıtım Paz. Tic. Ltd. Şti ortağı Sanem Azat Akpınar’ın gücü de, haberimizin detaylarında gizlidir ve detayları fark ettiğiniz sürece belki de ilk anda sizler için basit olarak görülen bölümleri düşünmeye başladığınızda kalbinizin, beyninizin bir köşesinde sır olarak kalan anılarınızı her birinize yeniden hatırlatacak. Sanem Azat Akpınar’ın anlattıklarını yazmaya başlarken onun düşüncelerine uygun, tamamen objektif bir yaklaşımla yalın ve süssüz bir anlatımı tercih ettik. Daha 10 yaşında gittiği yatılı okulda 7 yıl süresince bir aile sıcaklığına hep hasret günler geçiren Sanem Azat Akpınar, “ne yaparsanız yapın bu eksikliğin yerini dolduramazsınız. Duygusal anlamda hep bir takım eksiklikler yaşanmaktadır. Hayat kişi için zordur ve çok hassastır” cümleleri dudaklarından dökülürken yatılı okulda okumanın kendi kararı olmadığını da ekledi. Sanem Hanımın yaşam hikâyesinin bu bölümünü anlatırken çok duygusallaştığını da hissediyoruz. Dinlerken “yatılı okulda büyüyen çocuk ayaklarının üzerinde durur her zaman hayata karşı dimdik” kelimelerini yan yana getirerek bizimle paylaşması onun ne kadar savaşçı bir kişiliğe sahip olduğunu ortaya koyar nitelikteydi. Yıllar sonra o günleri gözleri dolu dolu anımsarken detaylarını bizlerle paylaşmasını isteyerek röportajımıza başladık. Ben onu hep samimi buldum. Hikâyesini okuyun, bakalım siz ne hissedeceksiniz…Buyurun kendisinden dinleyelim… BİZE KENDİNİZİ NASIL TANITIRSINIZ? 1969 yılında Nihat Azat ve Süheyla Azat’ın üçüncü evladı olarak İskenderun’da doğdum. Babamla 47, annemle 41 yaş, büyük ağabeyim Ruhan Azat ile 14, küçük ağabeyim Gökhan Azat ile 9 yaş fark var. İlkokulu Mithat Paşa da okuduktan sonra 10 yaşında Ankara’da TED Koleji’nde yatılı olarak eğitim yaşamımı sürdürdüm. YATILI OKUL GÜNLERİNİZİ BİZİMLE PAYLAŞIRSANIZ SEVİNİRİM 1980-87 yılları arasında geçirdiğim süreç benim için çok zor bir dönemdi. Beni şekillendiren yaşamımın en kritik günleridir. Komşumuzun çocukları gitti diye imtihan ile girilen TED Koleji’nde yatılı olarak okutuldum. Ailem beni okulun ilk günü bırakıp gittiğinde dışlanmış hissetmiştim kendimi. İlk zamanlar kolay kolay uyku girmez gözünüze. Evini, geride bıraktığın her şeyin, herkesin kokusunu özleyerek yorganın altına saklanıp gizli gizli sessizce ağlarsın geceleri. Sonradan öğrendim ki sadece ben değilmişim yorgan altında ağlayan, birçok arkadaşım da benim gibiymiş. Tatillerde evine geldiğinde bir bakarsın kardeşlerinin annenle ve babanla olan ilişkisi seninle olduğundan farklı olmuş. Tabi, onlar arkadaş gibi olmuşlar, sense misafirsin ve tatil sonu yolcu ediliyorsun. Açıkçası eve gittiğinde oralardan yavaş yavaş uzaklaştığını fark edersin. Her şeye rağmen sen hastayken başında bekleyen arkadaşlarının, kimselere anlatmadığın sırlarını bilen dostların olduğu yatılı okuldakiler artık ikinci bir ailen, ülkenin dört bir yanından, farklı farklı kültürlerden, bambaşka insanlar kardeşlerin olmuş. Ne olursa olsun hep biraz eksik olduğumu, hep o eksiğin özlemini duyduğumu söyleyebilirim. Hiçbir zaman yaşını yaşayamamış ben ve benim gibiler çok erken büyüyen insan formatıdır. Küçüklüğümüzden beri çok farklı kişilikteki insanları izlediğimiz için, algımız çok geniştir. YATILI OKUL YAŞAMI SİZE NELER ÖĞRETTİ? Her çocuk illa bir çamaşır yıkar, ütü yapar, bir hasta arkadaşına bakar, gömleğinin düğmesini diker, çarşafını serer ve asıl önemlisi hasret çeker. Aslında akranlarından erken olgunlaşır ya da olgunlaşmak zorunda kalırsınız. Yaşadığınız o 10 kişilik odalarda başka aileler edinirsiniz. "Teşekkür ederim" deme olgunluğuna daha o yaşta erişirsiniz. Her şey kurallı, programlıdır yatılı okulda. Uyanma saatin, kahvaltı saatin, yemek saatin. Yemeğine upuzun bir sıraya girmen gerektiğini görünce kuralların önemini daha iyi öğreniyorsun. Ama zamanla her şeye alışıyorsun. Özlediğin insanlar seni telefonla aradığında beş katı uçarak inmeyi öğrendim. Tabii konuşma bittiğinde sessizleşmeyi, düşünmeyi ve duygularına gem vurarak dik durmayı öğrendim. Güzeldir be yatılı okul. Zordur. Ama çok öğretir ve erkenden öğretir. Acıtarak öğretir belki ama olsun... "İyi ki de gitmişim" dedirtir sana sonra. ÜNİVERSİTE YAŞANTINIZ NASIL GEÇTİ? Çapa İstanbul Tıp Fakültesi Fizik Tedavi Rehabilitasyon bölümünü bitirdim. Ama okuduğum bu bölüme babamın isteği üzerine gittim. Benim hedefim mühendis olmaktı.
YATILI OKUL YAŞAMINDAN METROPOL BİR KENTTE ÜNİVERSİTEYE BAŞLADIĞINIZDA NELER HİSSETTİNİZ? Yatılı okul hayatımı etkilemiştir. Etütler, çarşı izni, yat saati gibi kurallar özgürlüğünüze sınırlar koyar. O çocukluk dönemimde dahi annemin ve babamın disiplin anlayışının etkisi vardı. Onlardan izinsiz hiçbir yere gidemezdim. Arkadaşlarla gezmeye çıktığımda dahi saat sınırım vardı. Böyle yetişen bir kız çocuğu olarak İstanbul’un o devasa girdabına üniversiteye okumaya gittiğimde caddeleri karşıdan karşıya geçerken dahi ürkerdim. Onlara danışmadan bir şeyler yaptığımı hatırlamam. İstanbul'daki dünyam da okulla kaldığım ev arasındaki güzergâhtan ibaretti. Yani 8 yaşındayken gurbetle tanışan bir kişi olarak İstanbul’da da, aynı havayı teneffüs ettim, hasreti ciğerlerimin en derinine kadar hissettim. MESLEĞİNİZİ YAPMADINIZ MI? Okulumun son günlerinde babam çok ağır bir hastalık yaşadı. Bu nedenle mezun olur olmaz İskenderun’a dönerek kendisine yardımcı olmamı istedi. Ben de üniversitenin bittiği gün dönüş yaptım. İşte yatılı okuldaki yaşantımdan sonra yaşamımın ikinci dönüm noktası bu oldu. ZOR OLMADI MI? Aslında babam küçük yaşımdan itibaren beni işe götürürdü. Hatta belirli bir yaşa geldiğimde faturaları ben keser, iç muhasebeyi işlerdim. Bilemediğim konularda da kendi muhasebecimizden sorular yönelterek öğrenirdim. Bu nedenle 1991 yılında işyerine geldiğimde çok acemilik çekmedim. Bu arada babamın hastalığı ilerleyince iki ay kadar işe hiç gelememişti. Ayrıca çok iyi gözlemci olan babam, sıkıldığımı anladığında beni yurtiçi ve yurtdışına gezmeye göndererek hem tatil yapmamı hem de farklı yerleri, kültürleri görerek bakış açımın değişmesini sağlardı. Zamanla bu hareketliliğe çok alışmıştım. Özellikle seyahat etmek bu gün dahi vazgeçilmez tutkum olmuştur. İskenderun’da kalma kararını almamda ise 10-21 yaş arası süreçte ailemden uzak kalmamın ve özlem duymamın etkisi de vardı. BABANIZLA ÇALIŞMAK NASILDI? Baba kız ilişkisi özeldir. Öğrettikleri kulağımıza küpe olur. Çocuk oldum, genç kız oldum, iş kadını oldum, evlendim, anne oldum. Her birinde ondan çok şey öğrendim. Asker kökenli bir insan olduğu için sert görünüşlü ve çok konuşmayan biriydi. Düşüncelerini belli etmezdi. Bir şeyi elde etmek istiyorsam, çok çalışmam, gerekirse defalarca denemem gerektiğini, destek istemenin, zayıflık belirtisi ya da utanılacak bir şey olmadığını, hatalarımdan korkmamayı, hata yapa yapa, hatalarımızdan ders ala ala büyüyeceğimizi, onları beni geliştirecek yakın bir arkadaş gibi sevmeyi öğretti. İskenderun’da beni hep özgür bıraktı ama bir arkadaş gibi gerektiğinde de yanımda olacağını hissettirdi. Arkamda kapı gibi dururdu. Orada olduğunu bilmek yetiyordu bana. O gidince hayatımın bir kapısı kapandı, geriye ondan öğrendiklerim kaldı. BEYAZ EŞYA SEKTÖRÜNDE ÇALIŞMAK SİZE NELER KAZANDIRDI? İnsanlarla çok fazla iletişim ve etkileşim halindeydik. Empati kurabilme becerisi ile sorunların çözülmesi için doğru ve etkin iletişim kurma sanatını öğreniyorsunuz. Oturup sohbet ettikçe onların hayatına giriyorsunuz. İnsan tanıyorsunuz ve onların yaşanmışlıklarını öğreniyorsunuz. Aile gibi oluyorsunuz. İnanın bana çeyiz hazırlayıp getirenler oldu. Siz de onların ailelerinin parçası oluyorsunuz. O diyaloglar benim sonraki tüm hayatımda çok destek ve yardımcı oldu. ÖRNEKLENDİREBİLİR MİSİNİZ? Çalışma yaşamım sürerken babam daha girişken ve çekingenlik kabuğunu yırtabilmem için beni bir partide görev almam için dostlarına söyledi. Daha sonra partide çalıştım, kadın kollarında görev aldım, seçim çalışmalarına katıldım. Bir anda yaşamım hareketlenmişti. Bu süreçte de çok güzel dostluklar yaşadım. 1994 yılında İskenderun Belediye Başkanlığı’na seçilen Mete Aslan Beyin yanında 9 ay özel kalem müdürü olarak görev yaptım. Çok yorucu ancak keyifli ve mutlu geçirdiğim günlerin ardından ayrıldım. NEDEN? Bu arada çocukluk arkadaşım ve çiftçi bir ailenin oğlu olan Derviş Akpınar ile karşılaştık. Görüşmelerimizin ardından evlilik kararı alınca parti ve belediye çalışmalarımı yapmamı istemedi. Ortak olarak verdiğimiz kararın ardından yeniden babamın yanına beyaz eşya bayiliği olan iş yerimizde çalışmalarımı sürdürdüm. 1997 yılında da evlendik. GSM SEKTÖRÜNE NASIL GİRDİNİZ? O yıllarda GMS sektörü yeni yeni önem kazanıyordu. Telsim firması babama kendi telefonlarını satması teklifini getirdiler. O kendisinin yapamayacağını söyledikten sonra benim yapmamı istedi. Mağazamızda telefon satışını başlattım. Sektör hareketlenince eşime bu işi birlikte yapabileceğimizi söyleyince kabul etti. İkimize ait bir işyeri açtık. Bayilik aldık. Hareketlenmeler artınca şubeleşmeye başladık. Ben akşam saat 19.00’a kadar mağazada duruyordum işyerimizi kapatınca GSM bölümüne geçiyordum. 1998 yılında oğlum Kaan Akpınar, 2001 yılında da diğer oğlum Orhun Akpınar dünyaya geldiler. Hareketli yaşamı seven bir kişi olarak doğumlarımın ardından 40 gün zorda olsa evde oturabildim. Sonrasında yeniden işlerimin başına geçtim.
GSM SEKTÖRÜNDE ZORLUK YAŞAMADINIZ MI? Çalıştığınız ve mücadele ettiğiniz zaman hiçbir iş zor olmuyor. Eşim Derviş Bey ile tam bir uyum içerisinde çalıştık. Aramızda görev bölümü yaptık. Akşamları da geç vakit olsa bile günün değerlendirmesini yapardık. Hedefimiz bu sektörde gidilebilecek ne kadar yol varsa yürüyebilmekti. İnanın çocuklarımızın büyüdüğünü dahi göremedik. Birkaç saat uykuyla ayakta durmaya çalışıyorduk. Bir de işimizi çok seviyorduk. Burada da insanlarla olan iletişim ve elde edilen dostluklar tüm yorgunluğumuzu yok ediyordu. Her şey güzel giderken 2003 yılında babam vefat etti. Dünyam karardı. Ne yapacağımı şaşırmıştım. Her iki işi bir arada nasıl götürebilirim diye düşünmeye başladım. Babamın ölümü benim için çok büyük yıkım oldu. Onun varlığı bana büyük bir güvenmiş. Dayanağımı kaybettim. Boşluğa düştüm. Derviş’e ‘bu mağazayı nasıl yöneteceğim’ dedim. O da ‘zaten sen yönetiyordun’ diyerek bana güç verdi HİÇ BAŞKA GİRİŞİMCİLİK DENEYİMLERİNİZ OLDU MU? Evet oldu. Antalya’da kuyumculuk ve takı işleri yapan ağabeyim Gökhan Azat ile bir fuara gittik. O gün birlikte takı ve aksesuar işine girmeye karar verdik. 2007-2011 yılları arasında Tayland, Kore gibi ülkelerden ithal ettiğimiz ürünleri toptan olarak satardık. Bu sektör sayesinde sürekli yurt dışına giderdim. Türkiye’ye özel üretim yaptırtırdık. Ancak abimin rahatsızlığı nedeniyle 2011 yılında işten çekilmek zorunda kaldık. Ardından Arsuz’da yine ağabeyimle birlikte butik açtık. Akşamları ben de oraya takılıyordum. Çeşitli dostlarımızın önerisiyle de Karadağ’da içeriği geniş bir şirket kurdum ve 2016 yılında orada bir butik açtık. Ancak pandemi başlayınca işyerimizin başında olan ağabeyim burayı kapatarak Türkiye’ye döndü. Bu işler sayesinde yurt dışı deneyimlerimiz de oldu. Her yaptığımız işten bir şeyler öğrendik. STK ÇALIŞMALARINIZ VAR MI? 2005 yılında aynı sektörde hizmet veren ve yıllarda İTSO’da meclis ve yönetim kurulu başkanlığı yapmış olan rahmetli Mehmet Binbay ticaret odası meclisinde yer almam için seçim çalışmaları yapmamı istedi. Önce çok şaşırdım ve kabul etmedim. Ancak hem kendisinin hem de annemin ısrarı üzerine seçimlere girdim ve ekibimiz 2005 yılında kazandı. Bu tarihte ilk kez İTSO Meclisinde ve yönetim kurulunda yer aldım. Kesintisiz olarak 17 yıl süresince de aynı çatı altında görev yapıyorum. Tabi her zaman olduğu gibi bu dönemde de eşim Derviş Akpınar’ın desteğini hep arkamda hissettim. Aynı frekansta olduğum eşim iş konusunda da ev konusunda da çok destek oluyor. Aramızda yaptığımız görev paylaşımı otomatik olarak ilerliyor. Herkes kendi ilgi alanına göre sorumluluklar aldı. Bu desteği bulabildiğim için belki de bu kadar rahat konuşuyorum.
BU GÜN GELDİĞİNİZ NOKTAYI ANLATIR MISINIZ? Beyaz eşya ürünlerini sattığımız işyerimiz devam ediyor. GSM’de de 2009 yılından itibaren Vodafone firmasının Hatay ve Osmaniye illerinin toptancı firması olarak çalışmalarımızı sürdürüyoruz. Şuan da bünyemizde 60 kişi istihdam ediyoruz. Biri Hatay’ın Reyhanlı ilçesinde 4’ü İskenderun’da toplam 5 mağazamız var. BU ARADA BABANIZIN VEFATINDAN SONRA ANNENİZ NE YAPTI? Annem 70 yaşından sonra ‘ben mağazaya gelip çalışacağım’ dedi. İnanın vefat ettiği 2019 yılına kadar kendi kuralları içerisinde sabah erkenden işe gelir insanlarla sohbet eder, bizlerle yurt dışı gezilere çıkar ve sürekli kendini dinç tutardı. 83 yaşında benimle Çin’e fuara geldi. Gezmeyi, değişik yerler ve kültürler görmeyi çok seviyordu. Zaten bana da bu sevgiyi annem perçinledi. İşe başladıktan sonra çok mutluydu.
SİZ DE GEZMEYİ SEVİYORSUNUZ. KAÇ ÜLKEYE GİTTİNİZ? Şuan da bile benim özel gezi yaptığım arkadaş grubum var. 68 ülkeyi görme şansım oldu. GELECEK HEDEFLERİNİZ NELER? Beyaz eşya sektöründe 56 yıllık geçmişimiz var. Orda farklı çalışmalar düşünmüyoruz. GSM’de bulunduğumuz yerden memnunuz. Şimdi hedefimiz Derviş Bey çiftçiliği ve tarımı, toprağı bildiği için bu sektöre yönelmek istiyoruz. Pandemi sonrası tarım ve gıda sektörü büyük önem kazandı. Araştırmalarımızı yapıyoruz ve projeler hazırlıyoruz. Fizibilite çalışmaları tamamlandıktan sonra üretici konumda sektöre giriş yapmayı planlıyoruz. Yani kendimiz ekip, kendimiz işleyip, kendimiz satalım istiyoruz.
EŞİNİZLE ÇALIŞMAK ZOR MU KOLAY MI? Çiftler arasındaki en önemli detayın sağlıklı bir iletişimden geçtiğini unutmadan, koşulları ve özel hayatımızı dengede tutarak çalışmalarımızı sürdürüyoruz. Aynı işi yaptığımız için aynı dili konuşmamız da kaçınılmaz olacağı için bizde her şeyde bir iş bölümü vardır. İşlerin aksamadan yolunda gitmesi için ne istediğimizi açıklıkla söylüyoruz ve bu iş bölümünü aksatmadan uyguluyoruz. Sonuçta her şeyi bir kişinin takip edemeyeceğinin bilincindeyiz. Öyle olunca sorun çıkmıyor. Ayrıca bilinmelidir ki olgun bir evlilik için en başta eşler birbirinin ayrı kişilikler olduğunu kabul etmelidir. Her iki taraf da bu bilinçte olursa içinde bulunulan şartlar olumsuz da olsa birlikte çalışmayı avantaja çevirebilmek mümkündür... Tabi işimizi çok seviyoruz. Sahip olduğumuz her şeyi çalışarak yaptık ve bu bizim için gerçek bir tatmin noktası. İlişkimizin enerjisi ve dinamiği bireysel üretme üzerine kurulu olduğundan iç huzurumuzu da böyle sağlamış oluyoruz. Bu yoğunluk bize paylaşım heyecanı, yüksek enerji, birbirimizin halinden anlama ve düşkünlük getiriyor. Karşılıklı anlayış, güven ve özveriyle bu yapıyı kurduğumuz için aynı işyerinde çalışmak zor olmuyor.
YOĞUN ÇALIŞMA TEMPONUZA RAĞMEN ENERJİNİZİ HEP KORUDUĞUNUZU GÖRÜYORUZ. SIRRINIZ NEDİR? Aslında ben yaşamı seviyorum; yaşamayı, yeni güne uyanmayı, pozitif kalmayı. “Eve vaktimin şu kadarını, işe vaktimin şu kadarını ayırmalıyım” diye bir formülüm hiç olmadı. Zaten olsa da yürümez sanırım. Hayat bir süreç. Dolayısıyla benim yaşadığım hayat benim kendi tercihim. Başıma her ne gelirse gelsin, olduğu gibi kabul ediyorum. “Bu da benim, bu da bana ait bir duygu,” diyebiliyorum. Mutluluğun formülü sevmek bence. Bir kişiyi, bir durumu, bir duyguyu, hayatı ama en çok da kendini seveceksin. Ayrıca her şeye yetişmek ve her alanda bölünmek, parçalanmak yerine herkesin mutlu olduğu, ürettiği, başardığı, aktif ve heyecan verici bir ritim yarattığımızı söyleyebilirim. İŞİNİZDE VE ÖZEL YAŞAMINIZDA VAZGEÇEMEDİĞİNİZ PRENSİPLERİNİZ NELERDİR? Yaşam felsefem paylaşmak diyebilirim. Zevki, estetiği, maneviyatı kısacası sahip olduğumu düşündüğüm her şeyi paylaşmak… Sürekli düşündüğüm şey; ‘ben ne demek? Kendim ne demek?’ Bizi biliyorum, seni biliyorum, onları biliyorum. Hayatımı gözümün önünden bir film şeridi gibi geçirdiğimde, ‘Ben diye bir şey olmadı’ diyebilirim. Herşeyim de başkaları vardı. Planlı düşünmek, programlı yaşamak benim için önemli. Her zaman önceliklerimi bilerek adım atıyorum. İnsanlara sevgi ile yaklaşmayı, sabırlı olmayı seviyorum. Yaşamım süresince harika insanlar tanıdım bunun için de herkese teşekkür ederim. OLMAZSA OLMAZ ÖZELLİĞİNİZ NEDİR? ÖNCELİKLİ HEDEFLERİNİZİ ANLATIR MISINIZ? Öncelikli hedeflerimi, her zaman hayallerim belirledi. Yaşadığım hayat da, kendi seçimim. Ben hayatın derslerini alan ve bu derslerle olgunlaşan bir ruha sahibim. Süreç içerisinde pek çok zorlukla karşılaştığım dönemler olduysa da hiçbir zaman pes etmedim. Hayal ettiğim şeyi doğru olduğuna inandığım şekilde yaparak bugünlere geldim. Bir şeyi kafama koyduysam, önümde hangi engel olursa olsun, onu aşmaya bakarım. Hayat cesurları sever ve önlerine gerekli fırsatları çıkartır diye düşünüyorum.
Bu hayatta ne yaparsak yapalım, çok yönlü olmaya inanırım. Yaşamımın her alanında bu “olma hali”ni devam ettiriyorum, çünkü hayatı keşfetme ve algılama mantığım böyle gelişiyor. Kendimi geliştirmeye çalıştığım alanlarda beni heyecanlandıran nokta ise araştırmak. Araştırmanın benim için karşılığı aslında cesaret. İçimde her gün gelişen, kendini yeniden yaratan heyecan hiç bitmiyor. ULAŞTIĞINIZ NOKTAYI DÜŞÜNDÜĞÜNÜZDE SİZCE BAŞARILI OLMAK İÇİN NELER YAPMAK GEREKİYOR? Hedeflediğimiz yol uzun ve sancılı. Elbette çok fazla sıkıntı ve stres ile boğuştum fakat bu sıkıntıların asla, motivasyonumu ve heyecanımı kaybettirmelerine müsaade etmedim. Hep hassas davranıp, ince eleyip sık dokudum. Şimdi bakınca sakin, sabırlı ve emin adımlarla yürümenin beni hangi noktaya getirdiğini daha net görüyorum. Yaptığım işin karşılığı olarak yakaladığım başarı da hoşuma gidiyor. Elbette ulaştığım nokta beni mutlu ediyor ama hayalimdeki noktaya ulaşmak için daha çok adım atmam gerektiğini biliyorum. Başarılı olmanın sırrının, işini aşkla yapmaktan geçtiğine inanıyorum. Asla vazgeçme, krizleri fırsata dönüştür ve dünyaya bir sen bırak! Bir de hangi sektörde olursanız olun, başarının anahtarı, fark yaratmaktır. Gece yastığa başımı koyduğumda, “Bugün dünden farklı ne yaptım? dünün üzerine nasıl bir taş ekledim?”i düşünürüm. Bu farkı ortaya koyabilmeniz için, işinizi severek ve aşkla yapmalısınız. Bu benim için başarılı olmanın ön koşuludur. SİZİ CESARETLENDİREN VE HAYAT FELSEFESİ EDİNDİĞİNİZ BİR MOTTONUZ VAR MI? Senin hayallerin, senin hayatın. Hayalin olmazsa başarı olmaz. Hedef hep olmalı. Hayallerimden ve sahip olduğum coşkundan vazgeçmemeye çalışıyorum. Gelecekte şuanda yaptığım tüm işlerden vazgeçecek olursam mutlaka toprakla iç içe olmak istiyorum. Şimdiden kendimi bu alanda eğitiyorum. Okumayı çok seviyorum. Büyük oğlum üniversiteye hazırlanırken hem onu motive etmek hem de kendimi denemek amacıyla ben de ikinci üniversiteye yani açık öğretime yazıldım. Oğlumla beraber ders çalıştım. Halkla ilişkiler bölümünü okudum ve birincilik derecesiyle diplomamı aldım.
MODAYI TAKİP EDİYOR MUSUNUZ? Dünya çok hızlı değişiyor. Buna kayıtsız kalmak mümkün değil ama bu hız içinde kaybolmamak ve kimliksizleşmemek çok çok önemli. Bana göre iyi bir kıyafet yaratmanın anahtarı kendin olmaktır. Trendlere boyun eğmemeye, modanın bana hükmetmesine izin vermemeye; sadece kim olduğuma, giyim tarzımın ve hayat biçimimin neyi ifade etmek istediğine bakıyorum. Moda ruh hâlimle orantılı ama gardırobu ağırlıklı olarak siyah olan birisiyim. SON OLARAK GELECEKTEKİ KENDİNİZE BİR MESAJ VERMENİZİ İSTESEK, NELER SÖYLERDİNİZ? Kalıplara ve tanımlara hapsolmak istemiyorum. Kendimi kelimelere sığdırarak bir kalıba hapsetmekten özenle kaçınırım. Neşeliyim, doğalım, mütevazıyım… Mesleğime duyduğum sevgiden ve özveriden dolayı empati duygumun iyi olduğunu düşünürüm. Anda kalmanın ne kadar önemli olduğunun ve giden yaşların, günlerin bir tekrarı olmadığını geçte olsa farkına vardım. Bu yüzden zamanın da çok kıymetli olduğunun bilincinde olarak yaşıyorum. 53 yaşındayım ve yaşantım süresince hatırımda güzel anılar kalmasını isteyerek her ne yapıyorsam keyif alarak yapmaya çalışan biriyim. İşimi, ailemi, doğayı, müziği, kitap okumayı, gezmeyi, gülmeyi, kahkaha atmayı, ağlamayı, yaşamın verdiği tüm nimetleri seviyorum. Hayatın bir dengesi olduğuna ve niyetin önemine de inanırım. Zamanı doğru kullanmak ve onun ne kadar hızlı geçtiğinin farkında olarak yaş almak önemli diye düşünüyorum. Bütün bunları düşününce geleceğe ve kendine yapacağın yatırımın sevdiğin herkese faydası var derim. Sevdiğim herkes ve her şey için, gülümseyerek her yeni güne başlarım. Daha çok mutlu olmak için mutlaka sebeplerin olmalıdır. Hayata kattığım dersler için sevdiğim şeyler için hiç üşenmeden denerim. Çünkü zor gelen her şeyin deneyimi çok değerli oluyor. Gücüne inandığında insanlar kendini özgür hissediyor. Bu çerçevede kendime “sakin ol, acele etme, yaşamı akışına bırak” diyorum. Artık ben vardığım ya da varacağım yerden ziyade, yolun tadını çıkarmaya odaklanıyorum.