Mehmet Kılıçlar; “Her şeyden önce biz bir aileyiz”

Şubat-2022

Profesyonel bir iş insanı, çoğunlukla bilgi odaklıdır ve sürekli gelişime açıktır. Dedikodu ortamlarından uzak durur ve işle ilgili herhangi bir tartışmayı kişiselleştirmeden fikirler üzerinden yürür. Dostoyevski; “Hayata yeniden başlasaydım saniyelerin nabzını tutardım” sözünde olduğu gibi zamanını profesyonelce ve disiplinli bir şekilde yönetmesini bilir. İşte bu çerçevede zamanı yönetmesini bilen, iletişim sanatını iyi kullanan, çözüm odaklı olan, kendini sürekli geliştiren, çok okuyan, seminerlere, eğitimlere katılarak standardın üzerinde performans sergileyecek şekilde çalışan, öncelikle hayata dair büyük resmi görebilme anlayışına sahip olan bir ismi bu ay sizlerle buluşturuyoruz. HATBORU Yönetim Kurulu Başkanı ve Genel Müdürü Mehmet Kılıçlar sadece işini değil, her konuyu en ince detayına kadar düşünüp titizlikle hareket eden, iyi günde kötü günde insanların yanında olmaya çalışan, herkese güler yüzle yaklaşan, son derece nazik, samimi bir insan. Konulara bütünsel, şeffaf ve çözümcül yaklaşımlar gösteren Mehmet Kılıçlar ile iş ve özel yaşamıyla ilgili gerçekleştirdiğimiz söyleşiyi keyifle okuyacağınızı düşünüyoruz. 

 

KISACA KENDİNİZİ TANITIR MISINIZ?

Tekstil işçisi olan Salim ve Nadire Kılıçlar’ın ikisi kız beş çocuğunun en büyük evladı olarak 1964 yılında Antakya’da dünyaya geldim. 14 yaşında gittiğim Avusturya’da önce Endüstri Meslek Lisesi Torna Tesviye bölümünü ardından Makine Mühendisliğini bitirdim. Mutlu bir yuva kurduğum Tülay Hanım ile evliliğimizden Ezgi (25) ve Koray (20) isminde iki çocuğumuz var.

ÖNCE TÜRKİYE’DEKİ ÇOCUKLUK YILLARINIZI ANLATIR MISINIZ?

Alvan Köyü’nde saman ve kil ile sıvanmış taştan duvarları, kiremitten çatısı olan iki odalı evde büyük babam, babaannem, amcalarım ve halam ile birlikte yaşardık. Dedem çiftçilik yapmasına rağmen babam bir tekstil fabrikasında işçi olarak çalışırmış. Nitekim aynı işyerinde çalışan ve aynı zamanda komşumuz olan annem ile evlenmiş. Su ihtiyacımızı evimizin 10 metre kadar uzaklığındaki tulumbalardan giderirdik. Elektrik sadece aydınlatma için kullanıldığından buzdolabı, televizyon, çamaşır makinesi gibi ürünleri tanımazdık. Otomobil gibi araçlar köyde kimse de yoktu. Asi Nehri’nden mazot ile çalışan motorların çevirdiği santrifüj pompaları sayesinde sulanabilen tarlaları sürme işi hep iki ineğe veya danaya bağlı saban ile yapılırdı. Domates, biber, fasulye, patlıcan, lahana, marul, pırasa, soğan, zılk (pazl) gibi ürünler yetiştirildi. Hemen hemen her ev de 3-5 büyük baş hayvanın yer aldığı ahırlar bulunurdu. Kardeşlerim bu evde doğdular.

Düz araziler üzerinde doğa ile iç içe kurulmuş olan köyümüzde aşırı sıcaklar nedeniyle çok sayıda yılan vardı. Köydeki gençlerin çoğu meslek öğrenmek amacıyla sanayide çalışırlardı. 13 yaşıma kadar yaz tatillerinde meslek öğrenmem için torna tesviye atölyesi olan amcam Garip Ustanın yanına gönderilirdim. 

OKUL SÜRECİ NASIL GEÇTİ?

İlkokul hayatım pek parlak olmadığım bir zamandır diyebilirim. Babam eve yorgun gelirdi, hatta vardiyalı çalıştığı dönemlerde görmediğim günler dahi olurdu. Ona bazen akşamları sefer tası ile yemek götürürdüm. Aynı fabrikada 8 yıl çalışmış olan annem evdeki işlerin yanı sıra tarlalarda da çalıştığından ikisi de okul dönemimde benimle ilgilenemezlerdi. 1973 yılında babam çalışmak için Avusturya’ya gidince biraz daha serbest kaldım. O nedenle ortaokul dönemim de çok parlak geçmedi. Karnemdeki zayıflarımı bütünleme imtihanlarında kurtararak sınıfımı geçebiliyordum.  

O GÜNLERE AİT HATIRLADIĞINIZ ANILARINIZ VAR MI?

İlkokula kaydedildiğimde öğretmenimin benden ona kadar saymamı istediği ve saymayı bilmediğim için korkudan okula gitmek istemediğim söylenir.

Bir de ilkokul ikinci sınıfta öğretmenimiz sık sık şiir ezberleme ödevi verirdi Sonra da tüm sınıfın önünde sırayla herkesi kaldırarak okunmasını isterdi. Son sıralarda oturduğum için diğer arkadaşlarım okurken duya duya ezberliyordum. Beni kaldırdığında da rahatlıkla şaşırmadan okuyordum. Ayrıca öğretmenimiz bize okumak için kitap da verirdi. Bu konuda da maalesef isteksizdim. Aldığım çoğu kitabı okumadan iade ederdim.

Bir de ilkokul beşinci sınıfta okurken ilk kez Antakya dışına çıkmanın ve otobüse binmenin heyecanını yaşadım. Öğretmenim gözlerimde sarılık olduğunu fark etti ve doktora gitmemi söyledi. Köydeki doktor beni İskenderun SSK Hastanesine sevk etti. Annemle birlikte otobüse bindiğimde hem şaşkındım hem de çok mutluydum. İskenderun'da hastaneden çıkıp otogara giderken yine hayatımda ilk defa 2 kavşakta trafik lambası gördüm.

BU GÜN BAŞARILI BİR İŞ İNSANI OLMANIZDA O GÜNKÜ YAŞADIKLARINIZIN ETKİSİ OLDU MU?

Anlatacağım birkaç anı sanırım bu soruya ‘Evet’ cevabını vermemi sağlayacak. O dönemlerde bizler için sokak oyunları, bisiklete binmek, futbol vazgeçilmezlerimizdi. Bir de kardeşlerimle bakkal oyunu oynardım. Eğimli toprak üzerinde bir dikdörtgen çizer, bu şeklin içine de bir ürünü ifade eden renkli taşlar dizerdik. Bu oyunda ben sürekli bakkal onlarda müşteri olurlardı. Bu sayede alış veriş yapmayı, paranın önemini öğreniyordum. 

Köyümüzde bulunan futbol sahasında her pazar çevre köy ve mahallelerden gelen gençlerle turnuvalar düzenlenirdi. Bende çok kalabalık olmasını fırsata çevirerek alüminyum ilaç kutularını meyve suyu ile doldurup yeni aldığımız buzdolabında dondurarak eskimo yaparak satardım. Ayrıca yanımda soğuk ayran da götürürdüm.

Bir de dedem bazen belediyeden çöp dolu kamyoneti getirtir, tarlaya döktürür kürekle de yayardı. Çöpün tarlamızda ne işi var sorduğumda bunun doğal gübre işlevini yerine getirdiğini söyledi. Bir süre sonra mahalledeki bazı kişilerin tarladan hurda demiri, camları toplayıp sanayideki hurdacı dükkânlarına sattıklarını öğrenince ben de hemen aynı malzemeleri toplayarak hurdacı dükkânına, cam fabrikasına götürdüm. Topladıklarım içerisinden çıkan bakır parçaların demirden neredeyse 3 kat daha fazla değerde satın olduğunu da bu dönemde öğrendim.  Kendi çabamla elde ettiğim gelirin anlamı ve değeri müthiş oluyordu.

O ÇOCUKLUK DÖNEMİNİZDE BAŞARISIZ OLDUNUZ MU?

Evet. 9-10 yaşımdayken ticarette ilk başarısızlığımı da yaşadım. Dedem bahçede yetiştirdiği nane ve maydanozları Antakya'daki sebze halinde satışa hazır duruma getirmişti. O anda çok üzücü bir haber geldi. Tek kızı olan halam Cemile’yi kaybeden dedem cenazeye gittiği için ürünleri satmak bana kalmıştı. Sebze halinde bağırarak müşteri çekmem gerekirken çekindiğim için öylece beklemeye başladım. Bu çekingenlik maalesef satışa da olumsuz yansıdı. Akşama doğru cenazeden dönen dedem satış yapamadığımı görünce ürünlerin bozulma ihtimali nedeniyle de hemen fiyatı indirdi. Bu ilk ticari başarısızlığımdı. 

Bir ara gazete satışı yapmaya niyet ettim. Ancak bu düşüncem sadece hayal olarak kaldı ve ben bu işi maalesef o günün şartlarında yapamadım. Dolayısıyla ticaretle küçücük yaşlarımda tanıştığımı söyleyebilirim.

BABANIZ YURTDIŞINA NEDEN GİTTİ?

1972 yılında tek odalı evde kalabalık ortamda yaşamaktan ve düşük gelir düzeyinden pek hoşnut olmayan babam Avrupa'ya giden vatandaşlar kervanına katıldı. Önce çalışmak için Almanya’ya müracaat etti. Ancak Almanya'nın artık işçi talebi olmadığı ve Avusturya'da ki bir tekstil fabrikasının kendisini kabul ettiği bildirildi. O da bizlere daha iyi bir gelecek hazırlamak için teklifi kabul etti. 1973 yılının Şubat ayında gurbet yolculuğuna çıktığında ben daha ilkokul 3’üncü sınıfta okuyordum. Babamın o zamanki düşüncesi Avrupa'ya giden diğer vatandaşlarımız gibi çalışıp bir ev satın alabilecek birikimi yaptıktan sonra Türkiye’ye geri dönmekti. Hedefine de ulaşmak için borçlanarak şu ana kadar oturdukları evi almak için girişimde bulundu. Ancak borç kapanmadığı için Avusturya'da çalışma zorunluluğu devam etti. Baktı ki bir iki yıl içerisinde dönüş yapamıyor, aile özlemi de ağır bastığı için 25 Ağustos 1978 yılında hepimizi yanına aldırdı. Bu gurbet yolculuğu ailemizin yaşamı içerisinde önemli bir dönüm noktası oldu. O tarihlerde ben ortaokulu bitirmiştim. Diğer kardeşlerim ilk ve ortaokuldaki eğitimlerini yarıda bırakmak zorunda kalırlarken, en küçüğümüz olan Edip daha beş yaşındaydı.

ŞİMDİ DE AVUSTURYA’DA BAŞLAYAN YAŞANTINIZI ANLATIR MISINIZ? 

3 günlük bir otobüs yolculuğundan sonra Avusturya'ya vardık. Bu uzun yolculuk sırasında gördüğüm doğa güzellikleri, düzenli bir şekilde yapılmış yüksek binaları şaşkınlık ve hayranlık içerisinde izledim. Artık dilini, dinini, kültürünü bilmediğim güzel bir ülkede kendimizi bulmuştuk. Konuşulanları anlamamak zoruma gidiyordu. Babam kendini kurtaracak kadar Almanca biliyordu. Bu dili bize ve kardeşlerime öğretecek kimse de yoktu. Avusturya'daki ilk haftada komşularla bahçede top oynadığımı gören babam beni hemen yaşadığımız kasabanın amatör futbol kulübüne yazdırdı. Bir hafta sonra da mesleki eğitim veren okula kaydımı yaptırdı. Almancayı ise kendi imkân ve çabalarımla öğrenmeye başladım. En büyük mutluluğum ise 5 yıldır bizden uzak olan babamın artık her gün bizimle beraber olmasıydı. Bu aile birlikteliği hayatımı olumlu yönde etkiledi. Türkiye'de dersleri pek takmayan ben, eğitimimi,  futbolu ve Almancayı öğrenmek için hırs yapmıştım. Kitap okuma alışkanlığım artmıştı. Almancayı öğrendikçe kardeşlerime de sınıfta ders verir gibi aktarıyordum. 

SONRAKİ GELİŞMELER NASIL OLDU?

Okulun bitmesine kısa süre kala Babamın ricasıyla sınıf öğretmenimiz meslekte tecrübe kazanmam için talaşlı imalat ve kaynak işleri yapan, yedi kişinin istihdam edildiği Deinhammer adlı atölyede iş buldu. 1979 yılında çalışmaya başladığım bu işyerinde kaliteli üretimi, verimli çalışmayı, insana verilen değeri öğrendim. İşveren, yılda bir iki defa çalışanları günü birlik gezilere götürüyordu. Bu hareketin de insanları işletmeye bağlamada, mutlu etme de önemli bir yöntem olduğunu öğrendim.

AİLENİZİN YAKLAŞIMI NASIL OLUYORDU?

Bu süreçte annem ve babam ne iş, ne okul ne de özel hayatıma hiç karışmadılar. Bazen önerilerde bulundukları olurdu ama kararıma her zaman saygı duydukları için desteklerlerdi. Babamın meslek öğrenmemiz dışında nasihat vermezken ilkokulu dahi okumamış olan, çok çalışkan, insancıl, Almancayı bile öğrenip düzgün konuşan annem, nasihatlerini müthiş bir şefkatle bana aktarırdı.  En çok ailenin toparlayıcısı olmamı isterdi.  

DİL VE MESLEKTE KENDİNİZİ YETİŞTİRE BİLDİNİZ Mİ?

2-3 yıl içerisinde Almancamı ilerlettim. Meslek okulunda teorik olarak öğrendiklerimi işyerinde pratik olarak uygulama imkânını bulmam bana çok büyük fayda sağlıyordu.

Avusturya eğitim sistemine göre bu mesleği öğrenmek için gerekli süre 3,5 yıl olarak belirlenmişti. Bu sürenin sonunda takdirname ile mezun oldum. Bu arada boş zamanlarımda özel kaynakçı kursuna da katılıp belge sahibi oldum. Çalıştığım işverene CNC dediğimiz bilgisayar destekli alınan torna makinasın da benim çalışmam istenince tereddüt etmeden kabul ettim. Böyle teknolojik makinada çalışmam ciddi oranda gelişmemi sağladı. Makineyi çalıştırabilmek için bilgisayar programlamayı öğrendim. Temel eğitimi aldıktan sonra CNC torna tezgâhının üretildiği Almanya’daki fabrikaya gönderildim. Burada aldığım eğitimler daha donanımlı hale gelmemi sağladı.

ÜNİVERSİTE EĞİTİMİZİNLE İLGİLİ BİLGİ VERİR MİSİNİZ?

Amcamın yanında daha küçük yaşlarda çekirdekten öğrendiğim meslek, sanat okulundaki ve katıldığım çeşitli eğitimlerdeki bilgilerle bütünleşince içimdeki meslek aşkı çok arttı. Yerimde duramaz hale geldim. Daha gelişmek, ilerlemek istiyordum. Nasıl devam edebilirdim diye kendime sorular yöneltirken mesleğimin bir sonraki adımı olan makine mühendisliğini okumaya karar verdim. Çalışmayı da devam ettire bilmek için evimizden 58 km uzaklığındaki Linz Yüksek Teknik Okulu’nun akşam bölümünü tercih ettim.

HEM OKUMAK HEM DE ÇALIŞMAK ZOR OLMADI MI?

Sabah saat 05.30 ‘da uyanıp 06.00'dan 14.15’e kadar işyerinde çalışmam, saat 16.00’da evden çıkıp, 58 km yol kat edip  4 veya 5 saat ders gördükten sonra dönüş yoluna girip tekrar 58 km yol gitmem lazımdı. Evde ise bazen saat 22.00’de bazen de 23.00’te olabilecektim.

Bunu yapabilecek miydim? Gerçekten başarabilecek miydim? Çok zor bir yol ayrımındaydım. İçimdeki sese kendimi geliştirme ve ilerleme azmi de eklenince hırslandım. Okula başlar başlamaz masrafları azaltmak ve yol yorgunluğunu yaşamamak için hemen benim yaşadığım evin istikametine giden 3 öğrenci arkadaşla anlaştım. O üç arkadaşla bir yerde buluşup tek arabayla okula gitmeye başladım. Zor günler yaşıyordum. Bazen işyerimde cumartesi günleri fazla mesai yapmam istenince işverenimi kırmayarak fazla mesaiye kalıyordum. Böyle yoğun tempo da geçirdiğim 5 yılın ardından mezun oldum.

ÜNİVERSİTE BİTTİKTEN SONRA NELER YAPTINIZ?

1988 yılında mezun olduktan sonra yaşadığımız evden yaklaşık 15 km uzaktaki Steyrermühl isimli kasabada Linsinger adlı firmanın ARGE bölümünde makine mühendisi olarak işe başladım. Ağırlıklı olarak çelik sac kenarlarını frezeleyen makineler yapan ve ürettiğinin %95’ini ihracata gönderen firma, demir yolları rayları işine girdi. Rayları hiç sökmeden yerinde frezeleyip, taşlama yapılarak daha hassas ve kaliteli hale getiriliyordu. Çok zevkli ve heyecan verici bir projeydi. Burada tasarımından, projelendirmeye, üretime,  ticari alımlara, montaja ve test çalışmalarına kadar birçok birimde görev yapma imkânı buldum. Süreç içerisinde gönderildiğim Macaristan, Almanya gibi ülkeler de demir çelik fabrikalarının işleyiş şekillerini de görme imkânını yakaladım. Burada geçirdiğim 2 yıl içinde makine mühendisliği mesleğim ile ilgili tecrübe kazandım. 1989 yılında da Türkiye’de bedelli olarak askerlik görevimi yerine getirdikten sonra tekrar Avusturya’ya geri döndüm.

BU ARADA MADDİ BİRİKİM YAPTINIZ MI?

Avusturya'da okurken dahi çalışmam sayesinde maddi anlamda iyi bir birikim yapabiliyordum. Ancak bu paraları nasıl değerlendireceğimi de düşünüyordum. 1984 yılında Antakya'da amcam Sıtkı Kılıçlar ortak olduğu Güney Profil adlı işletmeye ortak olmamı teklifi edince ben de bunu değerlendirdim. Ardından yine amcamın önerisiyle kendilerinin de içerisinde yer aldığı Altınyağmur adındaki bir firmaya da ortak oldum.

Bu arada Türkiye’ye döndüğümde eşim ve çocuklarımla oturabileceğim bir evim olsun diye Antakya’da kooperatife üye oldum. Ancak 1987 yılında yazıldığım evin tesliminin 1991 yılında yapılacağı söylenmesine rağmen gecikeceği bildirilince Türkiye’ye dönüş zamanını erteledim. Tabi bu arada 1990'ın sonlarında işten ayrılmıştım. 

BOŞUNA MI İŞTEN AYRILMIŞ OLDUNUZ?

Türkiye’ye dönüş tarihini öteleyince yeni iş arayışına girdim. Başvuru yaptığım bir kaşe firmasından kalıp tasarımcısı olarak işe kabul edildiğim yazısı geldi. Ancak Türkiye’ye kesin dönme düşüncem olduğu için böyle bir işi kabul etmemin etik olmayacağına karar vererek kabul etmedim. Ne karakterime nede kişiliğime uymayan bir durumdu. Bana güvenen işvereni ortada bırakamazdım. Bunun üzerine geçici çözüm arayışlarına girdim. Tercümanlık yapmaya karar vererek kendi firmamı kurdum. Bir şoför okulu ile anlaşıp Almanca bilmeyen Türklere sürücü dersleri vermeye başladım. Yaşadığım bölgedeki tüm mahkemelere tanıtım yazısı göndererek Almanca bilmeyen Türklerin duruşmalarında tercüman olarak görev alabileceğimi bildirdim. Kendi adıma kurduğum ilk işime hızlı başladım. Daha çok müşteriye hitap etmek ve daha çok iş yapabilmek için 20 km uzaktaki Vöcklabruck adlı kasabada bir ofis kiralayıp şube açtım ve bir araba satın aldım. Şubede yazı işlerini yürütmek için yarı zamanlı çalışmak üzere bir emekliyi istihdam ettim. Bu insan yazılı tercümelerimde omuzlarımdaki yükü hafifletince diğer şehir ve kasabalara gidip sözlü tercüme yapabilmem ve sürücü kurslarında eğitim vermem daha kolay, hızlı, sağlıklı oluyordu. Cumartesi günleri de 3 farklı kasabada Türklerin toplandığı kahvehanelere belli saatlerde uğrayıp tercümanlık yapmaya başladım. Bu şekilde daha çok insanla tanışıyor ve çevremi de genişletiyordum. En çok sürücü belgelerini yazılı tercüme ediyor, resmi kurumlarda, mahkemelerde, ehliyet sınavlarında (Avusturya'da sınavlar sözlü yapılıyordu) tercümanlık yapıyordum. İşim gittikçe yoğunlaşıyordu. Belli bir süre sonra krediye ihtiyaç duyan ve Almanca bilmeyen Türk vatandaşlara aracılık yapmaya başladım. Tek başıma kurduğum işimde pazarlamanın, tahsilatın, düzgün iş yapmanın ve çok çalışmanın ne kadar önemli olduğunu, öğrendim. Tercümanlık işine kendimi çok kaptırmıştım ancak Türkiye'ye dönme zamanım da yaklaşmıştı.

HER ŞEY YOLUNDAYKEN TÜRKİYE’YE GİTMEK ZOR OLMADI MI?

Kendime A ve B planı oluşturmuştum. Bunlardan biri elde ettiğim tüm haklarımı alarak ülkemde mutlu ve başarılı bir şekilde yaşamımı sürdürmekti. B planım da ise ülkemde başarılı olamazsam tekrar Avusturya'ya dönmekti. Dolayısıyla resmi kurumlara Türkiye'de yaşayacağıma dair herhangi bir bildirimde bulunmadan Avusturya'dan ayrılacaktım. Yolculuk tarihini belirledim ve uçak biletini satın aldım. Tercümanlık bürolarımı kapattım, arabamı da servise devrederek 14 yılımı geçirdiğim Avusturya’dan ayrıldım.

AİLENİZİN YAKLAŞIMI NASIL OLDU?

Viyana havaalanına annem, babam ve kardeşlerim ile beraber geldik. Ailem çok büyük bir buruklukla beni uğurladı. Uçaktayken Avusturya'da yaşadıklarım bir film şeridi gibi gözümün önünden geçti. Birçok kez gözyaşlarımı tutamadım. Ayrılığın ne kadar ağır olduğunu yine yaşayarak öğrenmiş oldum. Ülkeme vardıktan sonra da hayatıma tamamen yeni bir beyaz sayfa açmış oldum. 

EVLİLİK NE ZAMAN OLDU?

Türkiye’ye döner dönmez düğün hazırlıklarına başladım. 1992 yılının Ağustos ayında eşim Tülay Hanım ile evlendim.

TÜRKİYE’DE NASIL BİR İŞ YAŞAMI BAŞLADI?

Ortak olduğum Güney Profil adlı şirketin 100. yıl bulvarında ticari malzemeleri satan 40m2 büyüklüğünde bir dükkânı ve yaklaşık 600-700 m uzakta sac kesme ve bükme işleri için makineleri olan bir atölyesi vardı. Üç makine dışında her şeyin el gücü ile yapıldığı atölyeye gönüllü olarak giderek işçi gibi çalışmaya başladım. Bir süre sonra da ortaklarım ticaret yapılan dükkânda işe başlamamı istediler. İlk günlerde olan biteni izleyerek işlerin nasıl yürüdüğünü anlamak ve öğrenmek için çabalıyordum. Düzen ve görev paylaşımının olmadığı için herkes keyfine göre iş yapıyordu. Kontrol mekanizması işlemiyordu. Bu durum benim Avusturya’da gördüklerime, öğrendiklerime çok ters gelmesine rağmen sesimi de çıkartamıyordum. Ortaklarım bu görüntüden rahatsız olduğumu hissettiler ki; yaklaşık 1,5 ay sonra beni diğer ortak olduğum şirkete yani Has Altınyağmur'a göndererek işe orada devam etmemi istediler. Ben de hiç tepki göstermeden kabul ettim.

HAS ALTINYAĞMUR’DA NELER YAPTINIZ?

Sondaj boru üretiminin yapıldığı Has Altınyağmur’a gittiğimde ortağımız Sıddık Önlen Bey ile ikinci kez görüşme imkânım oldu. Ardından 9 kişinin çalıştığı bu işyerinin her aşamasını incelemeye ve öğrenmeye çalıştım. Ürettiğimiz malların maliyetinin nasıl hesaplandığını ve kaça satıldığını Sıddık Bey bana gösterdi. Ancak burası benim Avusturya’da gördüğüm iş disiplinini ve iş yapma kültüründen yoksundu. Eski teknoloji kullanıldığı için de verim alınamıyordu. Kangren olmuş bu sisteme bıçak vurmak gerekiyordu ama ortakların tepkisini çekmemek için elim kolum bağlı bir şekilde bekliyordum. Bu arada şirketin geçmişi hakkında bilgiler edindim. 

PEKİ, NASIL BİR STRATEJİ İZLEDİNİZ?

Avusturya’da aldığım eğitimler ve 13 yıllık iş hayatımda elde ettiğim tecrübe sonucu kendime inanıyor ve güveniyordum. Diğer ortaklar ne der, nasıl karşılar bilemem ama değişimi başlatmaya kararlıydım. İcraata geçmek için zaman kaybetmemeliydim. Has Altınyağmur'da ortaklardan işin içinde sadece Sıddık Bey ve ben vardım. O beni bende onu iyi tanır hale gelmiştik. Görev paylaşımı olmadığı için ikimiz de rahatsızdık. Önce ikimiz arasında görev paylaşımı ve yetkileri belirlemek için düşüncelerimi paylaştığım Sıddık Bey pozitif yaklaşım gösterince hemen görev bölümü yaptık. Sıdık Bey satış, ben üretim bölümünü seçtim. Eksiklikler veya yetişememe durumlarında birbirimize destek veriyorduk. İkimizde rahatladık. İşe daha sıkı sarılmaya başladık. Önce maliyetleri azaltma yoluna gittik. Gelişmiş teknolojiye uygun makineler alarak üretimde verimin ve kalitenin artmasını, istihdamın da azalmasını sağladık. Hammadde ihtiyacımızı daha ucuza alabildiğimiz İstanbul gibi farklı illerden giderme yolunu tercih ettik. Müşterileri ziyaretleri gerçekleştirdik. 8 ay gibi bir sürede iyi anlaştığım Sıddık Bey ile birlikte işleri yoluna girdirdik. Özverili ve doğru çalışmalarla işimizin daha iyi yerlere gidebileceğini gördük. Ancak büyümek için mevcut yerimizin yeterli olamayacağını, geniş bir yere taşınmamız gerektiğini de anlıyorduk. 

HAREKETE GEÇEBİLDİNİZ Mİ?

Tabi arayışlarımızı başlattık. Bu arada ortaklıklarımızla ayrılıklar yaşayınca Avusturya’da çalışan kardeşim Zahir’i ikna ederek aramıza katılmasını sağladım. 2 yıl kadar sonra da kendisi Türkiye’ye kesin dönüş yaptı. Yer yetersizliğini gidermek için de çalıştığımız işyerimizin yanındaki 4000m2 büyüklüğündeki arsayı satın aldık. Üretimle ilgili yapmayı planladığım iyileştirmeleri de tasarlayarak inşaatına hemen başladık. Yeni yerimiz sayesinde 1992'de yaklaşık 150m2 kapalı alanda, çok ilkel şartlarda gerçekleştirdiğimiz sondaj borusu imalatına 1996'da 2000m2 kapalı alanı olan, teknolojik makineleriyle seri üretim yapabilen küçük bir fabrikaya dönüşmüş olduk. Yatırım ve modernizasyonun meyvelerini de kısa süre içinde görmeye başladık. 4 yıl içinde neredeyse 3-4 kat büyüdük. Büyüdükçe de müşteri talepleri doğrultusunda standartlarımızı yükselttik. İSO 9000 kalite belgelerini almak için bir danışmanla anlaşarak çalışmaya başladık. Hem çalışanlarımızı eğitiyor hem de sistemi iyileştirerek kalite belgesi sahibi oluyorduk. Bu gelişmeler sayesinde işimi daha çok seviyor ve heyecan duyuyordum. Bu doğrultu da önümüze çıkan engelleri de cesaretle aşabiliyorduk. 

HEYECANINIZ SİZE NELER KAZANDIRDI?

Sondaj boruları sektöründe ciddi rekabet edebilir duruma geldik. Bir yandan da Ankara ve Konya gibi illerdeki en büyük rakiplerimizi ziyaret ederek kendi eksiklerimizi tespit etmeye çalıştım. Üretim şekillerini inceledim. Teknik bilgimize, becerimize ve hizmet anlayışımıza güvenerek yeni, modern ve verimliliğe yönelik yatırımlar yaptık. Sürekli kendimizi geliştirerek rekabette bir adım önde gitmeye daha büyük bir pazarlara hitap etmeye başladık. İyileşme aynı zamanda spiral kaynaklı çelik boru üretiminin temellerini de oluşturmaya başlamıştı.

NEDEN SPİRAL KAYNAKLI BORU ÜRETİMİ?

1997 sonuna geldiğimizde sondaj boruları piyasasında daha da büyümenin mümkün olmadığını gördük. Piyasalar spiral kaynaklı çelik ve plastik borulara doğru kayıyordu. Pazarın farklı yöne akması bizi de o doğrultuda yatırım yapmaya zorluyordu. Yaptırdığımız fizibilite çalışması sonrasında Sıddık Bey ve 1998 yılında aramıza katılan kardeşim Zahir ile birlikte bildiğimiz sektör olan çelik ürününde büyümeye karar verdik. 

NASIL BAŞLADINIZ?

1999 yılında yaptırdığımız spiral kaynaklı çelik boru makinemizi devreye alarak hemen sulama borusu üretimine başladık. Paslanmayı engellemek için de borunun içine boya atmaya,  dışına da sıvılaştırılmış ziftin içine batırılan jüt denilen malzeme ile sarmaya başladık. Gelişmelere uygun olarak yeniliklere de uyum sağlayarak yeni makinelerimizin de siparişlerini verdik.

HIZLI BÜYÜMENİZ SİZE YER SIKINTISI YAŞATMADI MI?

Hem sondaj hem spiral boru ve hem de kaplama işini bir holde yapmak yer açısından sıkışıklığa dolayısıyla verimsizliğe yol açıyordu. Bunun için fabrikamızın yakınında bulunan yaklaşık 5000 metre karelik bir arsayı kiralayarak stok sahasına dönüştürdük.

Ancak çalıştıkça işin içine derinlemesine girdikçe yeni bilgiler öğreniyordum. Bunlardan biri de üretmekte olduğumuz delikli sondaj borularını bükmeden önce ve düz sac halinde iken perfore dediğimiz makinede delme işlemi için kullanılan kalıplara ihtiyaç oluyordu. Dışarıdan aldığımız bu ürünler kalitesiz çıkınca maliyetimizin yükselmesine neden oluyordu. Ben de Avusturya’da yaşayan kardeşim Edip ve eniştem Hasan’a birlikte çalışma teklifinde bulundum. Onlar kabul edince kurduğumuz KALTEK şirketi çatısı altında kalıpları kendi bünyemizde yapmaya başladık.

ŞİRKETİNİZİN İSMİ NE ZAMAN DEĞİŞTİ?

Has Altınyağmur ismi çok yanlış telaffuz ediliyordu. Kimi ismimizi Has Altınyağmurlama, kimi Hasan Yağmur, kimi Has Altın, kimi Altınyağmur vs. gibi okuyor veya söylüyordu. Ne iş yaptığımızla ilgili yanlış yorumlar nedeniyle bizim altın sektöründe iş yaptığımız düşünülüyordu. Bu nedenle firma ismimizi değiştirmeye karar verdik. Personelimiz ile beraber toplantı yaparak yeni isim üzerinde konuştuk. Sonuç olarak HATBORU ismine karar verdik. Bu isim hem Hatay ilimizin ilk üç harfini hem de boru hatlarının hat bölümünü çağrıştırıyordu. Ne ürettiğimizi ifade ettiği için Türkiye’de olduğu gibi yurt dışında tüm dillerde de çok rahat telaffuz edilebilirdi. Böylece firma ismimizi Hatboru olarak değiştirip tescil ettirdik. 

YURT DIŞI DEDİNİZ. İHRACATA NE ZAMAN VE NASIL BAŞLADINIZ?

1999 yılında ihracat yapmaya karar verdik. Bu birim ile Arapça dilini bilen Sıddık Bey ilgilenmeye başladı. İlk hedef pazarımızı Ortadoğu ülkeleri olarak belirledik. Sıddık Bey Suriye, Lübnan ve Irak ülkelerine giderek pazarı tanımaya ve firmamızı tanıtmaya başladı. Bazı fuarlarda stant açtık. 2000 yılında Beyrut'ta inşaat fuarına katılım gösterdik. Lübnan da temsilciliğimizi yapabilecek bir ticaret firması olan Hydropro ile anlaştık. Bugüne kadar da çalışmaya devam etmekteyiz. Sıddık Bey birçok kez üst düzey bakan, bürokrat ve iş insanlarının yer aldığı gezilere katılım gösterirdi. Irak Savaşı nedeniyle yakın komşularımıza yapacağımız ihracat çıkmaza girince görümüzü Avrupa pazarına diktik. 2002 yılından itibaren de yurt dışı fuarlara ziyaretlerimizi ve katılımlarımızı arttırdık. Buralarda tanıştığımız Avrupalı müşterilerimiz sayesinde dış pazarlara açılmamızda daha rahat oldu.

ANTAKYA OSB’YE NE ZAMAN TAŞINDINIZ?

Hatboru olarak büyümeye devam ederken mevcut fabrikamız ne kapalı nede açık alan açısından artık yeterli gelmiyordu. 2002 de yeni kurulmakta olan Antakya Organize Sanayi Bölgesi’nden talebimiz üzerine toplamda 80.000m2 alan firmamıza tahsis edildi. 2003'te 25m x102m ebatlarında ilk holümüzü inşa ettik. Spiral boru imalatını ve kaplama işini tamamen buraya taşıdık. Bu süreçte firmamız 2004 yılında Amerikan Standart Enstitüsü’nün denetleyip verdiği API belgesinin sahibi oldu. Bu belge sayesinde başta Irak olmak üzere birçok ülkeye ihracatımızı gerçekleştirdik. Şartlar ve piyasa taleplerine göre de, 2006 yılında 2,3,4 ve 5 nolu hollerimizi de kurarken yeni bir spiral boru makinesini daha bünyemize kattık. Pazarımızın talepleri doğrultusunda bitüm, polietilen, epoksi, polipropilen ve beton kaplamalarının hepsini yapmaya başladık. İki yıl sonra sadece çelik sondaj borularına yönelik küçük spiral boru makinesinin siparişini verdik. Bunun yanında plastik sondaj borularına yönelik talebinin artığını gördük. Jeotermal ve gemi endüstrisinde kullanılan ancak Türkiye'de üretilmeyen kaynaksız yani dikişsiz boru olarak adlandırılan ürünlerin ithalatını gerçekleştirmek için çalışmalar yaptık. 2009 yılında plastik boru, sondaj borusu ve muhtelif işler için 6,7,8,9 ve 10 nolu holler olarak adlandırdığımız 9000m2 kapalı alanımızı inşa ettik. Toplam 1500m2 alana sahip çok güzel idari binamızı da hizmete aldık.

Eylül 2009’dan itibaren de tüm tesislerimizi Antakya Organize Sanayi Bölgesine taşıyarak üretimimizi sürdürdük. 

ARGE KONUSUNDA NELER YAPIYORSUNUZ?

Oluşturduğumuz Arge ekibimiz ile çok önemli çalışmalar gerçekleştiriyoruz. Bu güne kadar patentini aldığımız üç ürünümüz oldu.

2021 YILI İTİBARİYLE HATBORU’NUN  GELDİĞİ NOKTAYI ÖZETLER MİSİNİZ?

Antakya OSB’ye taşınmamız ile birlikte hem spiral kaynaklı çelik boru, hem çelik hem plastik sondaj borusu üretimi yaparken yurt dışından ithal ettiğimiz dikişsiz çelik boru satışımızı da artan ivmeyle devam ederek üç ayrı sektörde yol alıyoruz. Şuan fabrikamız yıllık 200 bin ton kapasiteye sahip. Ama üretimdeki çap kalınlığı ve büyüklük değişimleri nedeniyle kapasitemiz değişim gösterebiliyor. Ayrıca yılda 25 bin ton dikişsiz boru satışı gerçekleştiriyoruz. 25 bin ton kapasiteli plastik boru bölümümüz ise kaliteli üretimiyle Türkiye'de sektöründe lider konumdadır. Plastikte iki yıldır ihracat gerçekleştirirken spiral kaynaklı çelik boruda da üretimimizin yüzde 50’si dış pazarlara gidiyor. Bu arada Hatboru olarak güneş enerjisi taşıyıcı sistemleri üretimi gibi özel projelere de imza atmanın gururunu yaşıyoruz. Antakya’daki fabrikamızın dışında Payas’ta 11 dönüm büyüklüğünde stok sahamız Dubai de ticari ofisimiz de bulunmaktadır.

ORTAKLAR ARASINDA NASIL BİR İŞ BÖLÜMÜ VAR?

Hatboru ciddi bir şekilde kurumsallaşmaya önem veren bir firmadır. 2016 yılında kardeşim Edip’in, Kaltek firmasını kendi bünyesine alarak ortaklıktan ayrılmasının ardından diğer ortaklar olarak aramızda gerçekleştirdiğimiz görev bölümüne göre kardeşim Zahir yönetim kurulu üyeliğinin yanında plastik üretimini ve alınan yatırım kararlarının uygulamasını işlerini yürütüyor. Sıdık Bey’de yönetim kurulu üyeliği ile beraber yurt içi satışlara destek verirken ben genel müdür ve yönetim kurulu başkanı olarak tüm birimlerin sorumluluğunu üstlendim.

HEDEFLERİNİZE ULAŞTINIZ MI?

Şuanda istediğimiz hedeflere varmış durumdayız. Daha büyüyebilir miyiz evet büyüyebiliriz. Biz roket gibi hızla büyümek istemiyoruz. Büyüyeceksek yavaş ve sindirerek olsun istiyoruz. Özellikle bu günkü yaşadığımız ortam da her an her şey değişebiliyor. Buraları sağlıklı bir şekilde çocuklarımıza aktarmak istiyoruz. Tabi yeni yatırımlar için çalışmalarımız ve arayışlarımız da sürüyor. Bunlar farklı sektörlere yönelik olabilir.

KURUMSALLAŞMAYLA İLGİLİ NELER YAPTINIZ?

30 yılı geride bırakan Hatboru ortaklarının altısı erkek biri kız olmak üzere yedi çocuğu bulunuyor. Kendi bünyemizdeki ortaklıklarımızla ayrılıklar olmaya başlayınca aile şirketleri konusu çok ilgimi çekti. 10 yıl boyunca detaylara inerek inceledim. Konu ile ilgili birçok kitap okudum, seminerlere katıldım, aile şirketi olan aile büyükleri ve bireyleri ile konuşma fırsatlarım oldu. Bu incelemelerimde aile şirketlerinden sadece çok azının ikinci ve hatta üçüncü nesile problemsiz geçtiğini gördüm. Okuduklarım, dinlediklerim, gördüklerim ve bizzat yaşadıklarım, aile şirketi konusunda beni uzmanlaştırdı diyebilirim. Hatboru olarak dışarıdan danışman desteği almadan aile anayasası hazırlayabilecek duruma gelmiştim. Ortaklarım Zahir Bey ve Sıddık Bey ile bir toplantı düzenleyerek onlara şu soruyu sordum. Ya bu işletmeyi çocuklarımıza devredeceğiz ya da hiç anayasa ile uğraşmadan bir süre sonra fabrikayı satıp alacağımız para ile inzivaya çekilip stresten, heyecandan uzak, sıradan bir hayat yaşayacağız. Karar vermek için kendimize iki ay düşünme süresi verdik. Tekrar aynı gündem ile toplandığımızda sağlık problemleri yaşamadığımız sürece ailemiz, çalışanlarımız ve bize hizmet veren ilimizin esnafı için işletmemizi yaşatarak ikinci nesile pürüzsüz bir şekilde devretme kararını aldık. Aile anayasasını herkesin, yani kurucu ortakların, eşlerin ve çocukların içine sinecek bir şekilde çalışmaları başlattık. Kardeşim Zahir, Sıddık Bey ve ben bir kaç ay boyunca çok kez bir araya gelerek aile anayasasının maddeleri üzerinde tek tek konuştuk. Çalışmalar bittikten sonra üçümüzün ve tüm aile fertlerimizin içine sinen anayasamızı iki yıl önce tamamladık. Bu süreçte aile fertlerini gelecek için hazırlama kararını da aldık. Aile anayasası en çok gurur duyduğum projelerden biridir. 

Şimdide bazı kişisel sorular yöneltmek istiyorum. 

KENDİNİZİ BİR KAÇ CÜMLE İLE ANLATIR MISINIZ?

Çalışmayı, insanları seven, dinamik, güler yüzlü, sabırlı, aile değerlerine bağlı biri olduğumu söyleyebilirim. Aynı zamanda farkındalığı olan, gerektiğinde fedakâr davranan, insani duygulardan kopmayan, çözüm odaklı ve öngörü yeteneği güçlü biri olarak kendimi tanımlayabilirim. Vicdanın ve sağduyunun sesi olmayı başarabileceğime inandığım her misyona her zaman varım. Her şeyden önce adil olmaya çalışıyorum.

İŞ DIŞINDA YAPTIĞINIZ SOSYAL İÇERİKLİ ÇALIŞMALAR OLDU MU?

1996 yılında üye olduğum Hatay Sanayici ve İşadamları Derneği’nde 2002’den 2008 yılına kadar yönetim kurulu üyeliği, bu tarihten sonra da 2010 yılına kadar yönetim kurulu başkanlığı görevini üstlendim. Yine 2008 yılından itibaren de Avusturya’nın Fahri Konsolosu olarak hizmet vermekteyim. 2016 -2018 yılları arasında daha önce yönetim kurulu üyesi olarak görev aldığım Dasifed’in başkanlığını, Türkonfed’in yönetim kurulu üyeliğini yaptım. 

2019 yılında da benim için bir başka büyük gurur kaynağı olan Endüstri Meslek Liselerinden öğrencilerin yer alacağı farklı bir sosyal sorumluluk projesini Hatboru olarak yaşama geçirmek için çalışmalar başlattık. Finansmanını ve organizasyonunu bizim sağlayacağımız projemizin içeriğinde öğrencilere sanayinin onlara ihtiyacı olduğunu anlatmak, motive etmek yer alıyordu. Hatay Valiliği, İl Milli Eğitim Müdürlüğü ile ortaklaşa protokol imzaladık. Ancak Mart 2020’de ülkemizi ve tüm dünyayı etkisi altına alan Covid-19 virüsü salgınından dolayı, ülke çapında alınan karalar neticesinde yüz yüze eğitimler durdurulunca projemizi maalesef ötelemek zorunda kaldık. Pandeminin bitmesinden sonra yine kaldığımız yerden devam etmeye kararlıyız.

HANGİ YABANCI DİLLERİ KONUŞA BİLİYORSUNUZ?

Almanca, İngilizce ve Arapça dillerini konuşabiliyorum.

EN ÇOK SEVDİĞİNİZ SÖZ NEDİR?

Mevlana Celaleddin-i Rumi’nin şu sözünü çok severim. ‘Nice insanlar gördüm, üzerinde elbisesi yok. Nice elbiseler gördüm, içinde insan yok.’

SON OLARAK KARİYER YOLUNDA GENÇLERE NE ÖNERİRİRSİNİZ?

Başarı için çalışmak gerekiyor. Bu nedenle çok çalışsınlar. Yarış bittikten sonra da koşmaya devam eden at gibi olmak lazım. İnsanların güvenini kazansınlar. Dünyadaki trendleri takip etsinler, ancak trendlerin dalgasına kapılmasınlar. Başına geçtikleri dümeni kendileri yönetsinler. Kısa vadeli kazançlar uğruna uzun vadeli planlardan vazgeçmesinler. Her şeyden önce doğaya ve yeryüzündeki tüm canlıların yaşama hakkına saygı duysunlar. Sevginin geri beslemesi vardır. Sevsinler ki onlarda sevilsin. Çünkü sevilen insanın daha mutlu ve başarılı olma şansı yüksektir. Hayatlarının odağına neyi koyarlarsa o alanda başarılı olurlar. Okuma ve öğrenme alışkanlığı, biraz merak, biraz hırs ve uzak görüşlülük yetisi herkesi hedefine ulaştırabilir. Hangi işi yaparsalar yapsınlar severek yaptıkları takdirde başarıya ulaşabilirler. Sevdikleri iş için emek ve zaman harcayıp kendilerini geliştirdikleri zaman iş sonuçlarının bir değer olduğunu fark edebilirler. Ayrıca hayatlarında cesur olmaları gereken yerde bulunsunlar. Denemekten vazgeçmesinler.

Habere Ait Resimler