Huzurlu insan; asık suratlı ve karamsar değil, güler yüzlü ve iyimserdir. Kesinlikle ikiyüzlü değildir. Samimi ve dost canlısıdır. Yardımseverdir, cömerttir, iyilik yapmaktan hoşlanır. Zor durumda olanları ve muhtaçları korur, gözetir. Çevresine mutluluk ve huzur yayar. Küçük hesapların, menfaatlerin peşinden koşmaz. Onun için kainattaki her şeyin anlamı vardır. İnançlıdır. Kalben rahattır. Başını yastığa koyduğunda vicdanı onu rahatsız etmez. O doğru sözlü, dürüst ve yalandan kaçınan kişidir. İçi dışı birdir. Tembel değil çalışkandır. Rahatı değil zahmeti seçer. Zorlukları aşmaktan kaçınmaz aksine zevk alır. Kıskançlık, kin, intikam, nefret hislerinden uzak durur. Sevgi, muhabbet, hürmet duygularıyla doludur. Kendine vakit ayırır. İstirahate, tatile önem verir. Onun hobileri ve çeşitli uğraşları vardır. Çünkü huzurlu insan için hayatın anlamı vardır. Toplumlar da bu tür huzurlu insanlar sayesinde ayaktadır, mutludur.
Bu ay ki konuğumuz da güler yüzüyle çevresine güven veren ve bu sayede iletişim kurduğu insan sayısı çok fazla olan, etrafına olumlu enerji yayan ve insanların ilgisini çekmeyi başaran bir isim. İnsanı insan yapan bu önemli değerlerin terk edildiği bunların yerine başarı, bol gelir, makam sahibi olmak gibi başka ölçülerin daha değerli hale geldiği günümüzde ‘Zeki Göçmen’ dediğimiz zaman ‘hayata gülen gözlerle bakan, kendisiyle barışık olan, inanan, azmeden, çalışan, gelişen ve başarmayı seven’ gibi birçok olumlu kelimeleri rahatlıkla yan yana getirebiliriz.
“Yüzü gülmeyen insanlar hiçbir işte başarılı olamazlar. Güler yüzlü olmak insanın işinde başarılı olmasını sağlayan en önemli etkenlerden biridir. Güleryüz, tatlı dil, güzel muamele, samimiyet… Bunlar kalbe girmenin yolu ve ruhen sevilmenin sebebidir. Gülmenin dünyayı değiştirdiğine inanan bir kişi olarak yaşam çizgimi bu anlayışın üstüne oturttum.” diyen Zeki Göçmen’in anlattıklarını röportaja dönüştürmek, şüphesiz çok zor oldu. Çünkü kendisinden birçok hayat hikâyesi dinledim. Gerçekleştirdiğimiz güzel sohbetimizi metne dökerken röportaj tadını korumaya da elimden geldiğince özen gösterdim.
ASAŞ’ın kuruluş öyküsünü, geleceğe yönelik hedeflerini, Türkiye’deki ve dünyadaki filtre sektörünü de konuştuk, özel yaşamını da… Çocukluğundan genç delikanlılık dönemine kadar yaşadıklarını hatırladı. Kâh güldük, kâh hüzünlendik… Çünkü her hayat hikâyesi ancak paylaşılarak tamamlanabiliyor, yoksa hep eksik kalıyor. İçten ve samimi olan, gülme şekliyle bulunduğu ortamda kısa sürede tüm dikkatleri üzerine çeken konuğum Zeki Göçmen; yaşadıklarını sansürsüz anlattı.
İskenderun gönüllüsü bu güleç insanın yanında sizde ister istemez gülümsüyorsunuz. Nazik, alçak gönüllü, kararlı, oldukça güçlü bir insan profiline sahip Zeki Göçmen ile röportaj yapmak gerçekten çok keyifliydi. Buyurun sohbetimize…
KENDİNİZİ TANITIR MISINIZ?
1964 yılında İskenderun da Ahmet-Suat Göçmen çiftinin 3 çocuğunun en büyük evladı olarak dünyaya geldim. Lise mezunuyum. Evli ve biri kız iki çocuk babasıyım.
ÇOCUKLUĞUNUZ NASIL GEÇTİ?
Çocukluğum şimdiki çocuklardan farklı geçti. Koşturmaca içindeydim. Genelde büyükler, çocuklara hayatı öğrensin diye iş yaptırırdı. İskenderun’un Yenişehir Mahallesi’nde bulunan evimizde en az 10 kişi yaşardık. Halam, dedem, ninem ve bizler hep bir aradaydık. Ama bu kalabalık ortama rağmen birlikte çok keyifli zamanlar geçirirdik. Kolektif yaşamayı öğrendik. Dedem ayakkabı tamircisiydi. Henüz 6 yaşındayken onun yanına giderdim. Dedemin vefatının ardından yaz tatillerinde bu kez babamın oto tamir atölyesinde çıraklık yapmaya başladım. Orada babama yardım ederdim. Hareketli ve zevkli bir çocukluk yaşadım.
ÖĞRENİM HAYATINIZ NASIL GEÇTİ?
Liseyi bitirdim. Ancak bu dönemde Sarımazı Bölgesi’nde kurmuş olduğumuz ve benimde çalıştığım filtre fabrikamıza yurtdışından misafirler gelip gitmeye başlayınca, yabancı dilin önemini kavradım. Babamın da desteğiyle 1992 yılında İngiltere’de bir yıl hızlandırılmış İngilizce kursuna katıldım. Sonrasında da İskenderun’a dönerek tekrar şirkette çalışmaya başladım.
FİLTRE SEKTÖRÜNE GİRİŞİNİZİN ÖYKÜSÜNÜ ANLATIR MISINIZ?
İskenderun’da filtrenin ilk imalatı atölye şartlarında gerçekleşmiştir. Yedek parça, kereste ticareti ile iştigal eden ve aynı zamanda Ford kamyonlarının Hatay bayisi de olan Edmon Azrak, aracının bakım ve tamiri için babamın atölyesine getirirdi. Aralarında çok iyi bir dostluk oluşmuştu. Edmon Bey’e yurtdışındaki bir arkadaşı Türkiye’de filtre üretiminin olmadığını bu işe girmesinin kendisine çok önemli avantajlar sağlayacağını söylemiş. Edmon Bey’de, ‘Ben bu filtrenin kâğıt kısmını yapabiliyorum ama sac kısmını yapamıyorum. Sen destek olabilir misin?’ diyerek konuyu babamla paylaşmış. O zamanlar Türkiye’de sac, kalıp çok bilinmezmiş. Babam da kendisine o dönemde araçların kaportası fiberglastan üretildiği için, kapakları bu üründen yapma önerisinde bulunmuş. Sonrasında da aralarında işbirliği başlamış. Üretilen filtreler de şimdiki Akçay Mevkii’nde Kurulu bulunan Fil Filtre Fabrikasına gönderiliyormuş. İşte ilk filtre üretimi ve bizim sektöre girişimiz 1969 yılında iptidai şartlarda, çok sınırlı kapasiteyle yerel imkânlarla bu şekilde başlamıştır.
GELİŞMELER NASIL OLDU?
Süreç bu şekilde işlerken babamın halasının oğlu Emir Hakan, üniversiteyi okuduğu Almanya’dan kesin dönüş yaparak İskenderun’a gelmiş. Çalışmak istediğini söyleyince babam da kendisini Edmon Azrak’a önermiş. Emir Bey 6-7 ay çalıştıktan sonra babama filtre üretimini birlikte ayrı bir firma kurarak yapabilecekleri önerisinde bulunmuş. Babam yapılan öneriyi olumlu karşılamakla beraber Edmon Bey’i yalnız bırakamayacağını onun ihtiyacı olan üretime devam edeceğini belirtmiş. Sonrasında firma kurulumunda ciddi bir sermayeye ihtiyaç olduğu için ortak arayışında bulunulmuş. Babamın çok iyi dostu olan ve elektrik parçası satışı yapan Hayrettin Özkaya ile anlaşılmış. Böylece üç ortaklı olarak çalışılmaya başlanılmış. Bu sistem bir müddet devam etmiş. Ardından As Filtre ismiyle firmamızı kurmuşlar. 500 metre kare büyüklüğündeki küçük atölyemizde 3-5 kişiyle günde ancak 100 kadar kamyon ve traktörün mazot filtreleri üretiliyordu. Sonra talepler artmaya başlayınca eski SSK Hastanesi’nin arka bölümündeki atölyemizin yanındaki arsaları kiralayarak çalışma alanımızı büyütmeye başladık. Bu arada da kalıpçılık ve sac işçiliğini iyi bilen Faizettin Mormenekşe Bey’de ustalık bilgisinden dolayı ortaklığımıza dahil oldu. 1979 yılından itibaren ASAŞ ismini alarak yoluna devam eden şirketimiz deyim yerindeyse kabına sığmıyordu. Kapasite artınca babam oto tamir atölyesini kardeşine devrederek işin başına geçti. Aynı yıl Belen’in Sarımazı bölgesinde 24 bin metrekare büyüklüğünde arsa satın alındı. Bir yıl içerisinde de fabrikanın inşaatı bitirilerek buraya taşınıldı.
SONRA?
Burada 5 bin metrekare büyüklüğünde kapalı alan yapılarak üretime geçildi. Makinaları yerleştirdiğimizde dahi boş gözüküyordu. Ama işe hızlı başladık. İstihdam sayımız arttı. Yeni makinalar almaya başladık. Tabi o bomboş alanlar hem makinalarla, hem ürettiğimiz ürünlerin stoklarıyla, hem de çalışanlarla dolmaya başladı. Suriye, Ürdün, Lübnan, Mısır başta olmak üzere Ortadoğu ülkelerine ihracata başladık. Hatta o dönemlerde Mısır’dan fabrika kurma teklifi dahi aldık. Bu ülkeye yarı mamullerini bizden almaları şartıyla iki adet fabrika kurulumu gerçekleştirdik. Ancak 1992 yılında yaşanan ekonomik kriz, dövizdeki hızlı yükseliş bütün sistemimizi alt üst etti. Ortaklarımız ile ayrılmak durumunda kaldık. O süreçte Diyarbakır bayimiz olan Saffet Çerçi, ayrılanların hisselerini satın alınca bu günlere kadar gelen çok iyi bir ortaklığımızın temelleri atıldı.
KRİZİ NASIL AŞTINIZ?
1992 yılından itibaren yeni ortağımızla yolumuza devam ettik. Borçlarımızı yapılandırdık. Türkiye’deki yüksek enflasyonu yenebilmek için babam ihracata ağırlık verilmesi gerektiğini söyleyerek tüm stratejimizi bu bakış açısına göre oluşturduk. Büyümek istiyorsak bizim direk ana fabrikalara yani otomotiv sanayinin üretici firmalarına filtre satmamız gerekiyordu. Ayrıca kendi tasarımlarımızla üreteceğimiz ürünlerle de söz sahibi olabilme hedefimiz vardı. Ancak önceliğimiz firmaların kendi araçlarının üzerinde taktıkları ürünleri üretmeye yönelik oldu. Yurtdışındaki fuarlara katılarak kendimizi tanıtmaya, anlatmaya başladık. Bu çalışmalarımız sayesinde kapasitemizin yüzde 60’ı ihracata gitmeye başladı. Avrupa ülkelerine yöneldik. Almanya’ya, İskenderunlu olan ve oradaki ana bayimiz Cevdet Çolakoğlu sayesinde açıldık. Ancak TSE belgemizin Avrupa da geçerliliği bulunmadığı için otomotiv üreten fabrikaların yöneticileri bize, 16949 belgesini alarak standartlarımızı buna göre oluşturmamızı söylediler. Bu belgeyi alabilmek için bir yıl süresince sistemimizi kurduk, laboratuvarlarımızı oluşturduk. Yeni mühendisler istihdam ettik. Maliyetlerden kaçınmadık. Büyük uğraş ve çabadan sonra istenilen standartlara uygun hale geldik ve belgemizi aldık. Ardından da temas halinde olduğumuz fabrikalara ürünlerimizi satmaya başladık. İlk olarak BMC sonra da Ford Otosan, Isuzu, Hyundai, Otokar firmalarıyla işbirliğimiz gerçekleşti.
Ardından direk ana fabrikalarla temas kurduk. 2000’li yıllarda İsveç’deki Scania ile anlaştık. Durmadık, arayışlarımızı sürdürdük ve İtalya’da Iveco, Hollanda’da Daf, son olarak Türkiye’de ilk kez Almanya’daki Mercedes markasına mal vermeye başladık. Türkiye’de Ortadoğu ülkelerine sınır kapısı olan Hatay’ın ilçesi İskenderun’dan filtre ürünü vermek bizim için çok heyecan vericiydi. Bugünlere ulaştığımızda ise tüm firmalarla başlayan işbirliğimiz büyüyerek devam etmektedir.
GRUBUNUZUN ULAŞTIĞI NOKTAYI ANLATABİLİR MİSİNİZ?
12 bin metrekaresi kapalı alan olan hava, yağ, yakıt ve hidrolik olmak üzere günlük 30 bin adet üretim kapasitesine sahip Belen’deki fabrikamızda 10 bin çeşit filtre üretiyoruz. Burada 500 işçi çalışıyor.
İskenderun OSB’de 1990 yılında 6000 metrekaresi kapalı olmak üzere 10.000 metrekare alan üzerine plastik ve poliüretan tipi filtre üretimini yaptığımız GFT(Genel Filtre Teknolojileri) fabrikamızı kurduk. Günlük 15.000 adet üretim yapılan bu tesisimizde 4000 çeşit ürün üretilmektedir. 250 kişi de istihdamımız var.
Mevcut yerlerimiz dar gelmeye başlayınca 2011 yılında Arsuz’un Nardüzü Mahallesi’nde 30.000 metrekare arazi üzerine AGM(Ahmet Göçmen Pazarlama Şirketi) ismini verdiğimiz ve sanayide kullanılan hafriyat makinası, jeneratör veya ayrıcalıklı makineler için özel filtrelerin üretimini gerçekleştirmeye başladık. 300 kişinin istihdam edildiği fabrikamızı stok alanı olarak da kullanıyoruz. Dış Ticaret birimimizi de burada oluşturduk.
2002 yılında İskenderun Sanayisi’nde küçük çapta bir atölye olarak işe başlayan As Ofset, kendini yenileyerek 2250 metrekaresi kapalı olmak üzere 3500 metrekare üzerinde yine Nardüzü Mahallesi’nde kurduğu yeni tesisinde karton kutu ambalajı üretimi gerçekleştirmektedir. Öncelikle kendi ihtiyacımıza yönelik üretim yapan ofsetimiz, başta filtre sektörü, ayakkabı sektörü, gıda sektörü, tekstil sektörü olmak üzere çok geniş bir yelpazeye hizmet etmektedir. Müşteri memnuniyeti başta olmak üzere kalite, uygun fiyat, zamanında teslim, satış öncesi ve sonrası desteği esas alan As Ofset firmamız, baskı ve gramaj çeşitliliğiyle üretim yapabilmenin yanında, oluklu mukavvada E ve B dalga (Mikro Kutu) üretiminin tüm safhalarını gerçekleştirebilen bölgemizin ilk ve tek firmasıdır.
Son olarak İzmit bölgesindeki Ford, Isuzu gibi fabrikalara daha rahat hizmet verebilmek amacıyla 5000 metrekare alan üzerine günlük 5-6 bin adet üretim yapabildiğimiz ve 125 kişinin istihdam edildiği bir tesisi daha hizmete geçirdik.
Asaş Grup olarak dış ticarete verdiğimiz önem sayesinde son 7 yıldır üretimimizin yüzde 90’ını başta Avrupa olmak üzere 65 ülkeye ihraç ediyoruz.
ARGE VE YENİLİKLERİ TAKİP EDEBİLİYOR MUSUNUZ?
Toplamda 1000’den fazla kişiye istihdam sağlayan Asaş Grubu olarak yeniliklere, gelişmelere hızla adapte olan bir yapımız bulunmaktadır. Dünyada elektrikli araç üretimine hız verilmesi nedeniyle, gelecekte filtre kullanımının azalabileceğini de düşünerek farklı sektörlere yöneldik. Termik santraller için ve hastanelerin, otellerin, özel kliniklerin kullandığı iç ortamı temizleyen özel filtrelerin üretimini gerçekleştiriyoruz. Özellikle korona virüsten sonra başlayan değişimi dikkate alarak büyük ihtiyaç duyulacak olan ‘HEPA’ diye adlandırılan filtrelerin talep göreceğini düşünüyoruz.
Arge de ise dünyadaki otomotiv sanayinin istemiş olduğu bütün makinaları ve cihazları alarak laboratuvarımızı kurduk. Müşteriye gönderdiğimiz tüm filtreler yüzde yüz test edilmiş olarak gider. Bu bize gurur veriyor. İstenilen standartlara ulaştığımızı rahatlıkla söyleyebilirim. Yatırımlarımız; fabrikalara filtreleri dizayn edip, verebilme kabiliyetimizi arttırdı. BMC ve Peugeot firmalarıyla bunu gerçekleştirdik. Şuanda da ilk üretimi bizim olan filtreler firmalarımızın kodu ile tüm dünya da araçların üzerinde yer alıyor.
GELECEĞE YÖNELİK HEDEFLERİNİZ NELER?
Dünya sıralamasında sektörümüzde ilk 20 içerisinde yer aldığımızı söyleyebilirim. Bundan sonraki hedefimiz de kalitemizle, üretimimizle, müşteri memnuniyetiyle, marka değerimizle ilk 5 içerisinde yer almaktır. Bunun için de sürekli yatırım yapıyoruz. Yerimizde sayarsak hedeflerimize ulaşamayız. Makinalarımızı yeniliyoruz. Çünkü her geçen gün otomotiv sektörü gelişiyor ve biz de bu araçlarda kullanılacak olan filtrelerin hem dizaynı hem de üretimini yapan tedarikçi firmalardan olmak istiyoruz.
Buradan şunu da vurgulamak isterim ki, ilk önceliğimiz mevcut müşterilerimizi korumaktır. Müşterilerimiz kaliteyi bozmamamızı, zamanında teslimat yapmamızı ve fiyat uygunluğunu istiyor. Grubumuz bunun üçünü de gerçekleştiriyor. Bu nedenle de müşterilerimiz bizi kolay kolay bırakmıyor. Sürdürülebilir ilişkilerimiz sayesinde de yeni müşterilere gittiğimizde bu görüntümüz referansımız oluyor. Ayrıca Türkiye’nin ücra köşesinde böyle bir filtre fabrikasının olduğuna dahi inanamıyorlar. İlk önce bizim ürünlerimizi deniyorlar, görüyorlar ve memnun kalıyorlar. Sonra da bizimle çalışmaya devam ediyorlar. Servis ağımız çok güçlü.
MEVCUT YERLERİNİZ SİZE YETİYOR MU?
Şuanda toplam da ortalama 90.000 metrekare alana sahibiz. Yeni yatırım alanları konusunda da hazırlıklarımızı yaptık. Nardüzü Organize Sanayi Bölgesi’nde 60.000 metrekare ve 30.000 metrekare olmak üzere iki tane alanımız var. İşler açıldıkça oralarda yeni yatırımlarımıza başlayacağız.
BAŞKA BÖLGE VEYA ÜLKELERE YATIRIM PLANINIZ VAR MI?
İskenderunluyuz ve burası dışında Türkiye’de başka yerler düşünmüyoruz. Yurtdışındaki özellikle Avrupa ülkelerindeki ana sanayi, bizi yeni yatırımlara mecbur ediyor. Öncelikle depo kurmamızı istiyorlar. Sevkiyatlarımızı günlük yapmamızı istiyorlar. Şuanda bu proje üzerinde çalışıyoruz. Belki Polonya’da böyle bir sistemi kurabiliriz. Mercedes, ABD’de stok alanı kurmamızı istiyor. Gelecek ne gösterir bilinmez fakat şimdiden bir şey söylemek erken olur. İleri ki aşamada belki üretim tesisi dahi olabilir.
HEDEFLERİNİZİN NERESİNDESİNİZ?
Babamız Ahmet Göçmen çok ileri görüşlü bir insandı. 2011 yılında ölene kadar tüm hedeflerimizi belirledi. Hedeflerimizin çok önündeyiz. Hem ticari, hem toplum hem de çevre için gerçekleştirdiğimiz faaliyetlerle çok uzun yıllar yaşayacak bir şirket yaratmak benim ve kardeşlerimin en büyük hayalidir. Keşke babamız yaşasaydı da görseydi.
KURUMSALLAŞMAYA YÖNELİK ÇALIŞMALARINIZ VAR MI?
Kurumsallaşmış aile şirketleri uzun ömürlü olabiliyor. Belge almak ve ezberler şirketi kurumsal yapmıyor. Babadan kalma yöntemlerle şirketler yönetilemez denilir ama geleceği iyi analiz edebilen rahmetli babam; tüm hedefleri belirledi, rotaları çizdi ve bize kurumsal bir yapı oluşturdu. Sağlığında profesyonel yöneticileri bünyemize katarak yönetim tarzımızı oluşturdu. Her fabrikaya genel müdür atadı ve onlara yetki verdi. Çocukları olarak biz de onu devam ettiriyoruz. Müdürlerimizin tamamı özellikle yapılması gereken yatırımları planlar, alınacak makinalara kadar fizibilitesini yaptıktan sonra gerekli raporlamaları bize sunarlar. Yönetim kurulu olarak inceledikten sonra, ortak kararla olması gerekenlerin onayını vererek çalışmaları başlatırız. Bizler için ekip çalışması çok önemlidir.
ARANIZDA GÖREV BÖLÜMÜ NE ŞEKİLDE?
Kendi aramızda görev bölümü yaptık. Ben Zeki Göçmen olarak; imalata ve pazarlamaya, kardeşim Gökhan Göçmen; hem finansman hem de dış ticarete, kız kardeşimin eşi Adnan Çalışkan ise İskenderun OSB’deki GFT fabrikamızın başında duruyor ve iç pazara bakıyor. Yeni nesil çocuklarımız ve eşleri işi sahiplendikleri sürece şirketteki yerlerini alacaklardır. ASAŞ’ın değişmeyen ilkesi profesyonel ekiple işin yürütülmesidir. Kimse ferdi hareket edemez. Kurumsal yapı içerisinde profesyonel yöneticilerle yol almayı sürdüreceğiz.
BABANIZ AHMET GÖÇMEN İLE İLİŞKİLERİNİZ NASILDI?
Babam iş adamıydı. Ama hem ailesine hem de işine son derece düşkün bir insandı. O zamanki ebeveyn ilişkileri bugünkünden farklıydı. Babam çok yoğun çalışmasına rağmen, sevginin hiç eksik olmadığı bir evde yetiştim ama ilişkide mesafe vardı. Bu kaçınılmazdı. Çocukluğuma dönüp baktığımda ilk aklıma gelen görüntü, yaz tatillerinde dedemin ayakkabı tamir dükkânında başlayan sonrasında babamın oto tamir atölyesinde devam eden ve kurulan filtre fabrikalarında geçirdiğimiz anlardır. Bizim dönemimizdeki birçok evlat gibi ben de okul öncesi çalışmaya başlayanlardanım. Babamla ilişkim usta-çırak ekseninde gelişti diyebilirim. Birlikte ama çalışarak çok vakit geçirdik. Biz hayata dair ilk bilgileri hep babamdan aldık. Dürüst olmayı, disiplini, müşteriyi bekletmemeyi, saygı ve güleryüz göstermeyi, borç yapmamayı, paramızla böbürlenmemeyi, ne iş yaparsak yapalım en iyisi için çabalamamız gerektiğini ondan öğrendik. Bu dönemlerde gözlem yapmayı çok severdim. Onun çalışma şevki ve disiplini beynimde yer edindi. Onun işe olan bağlılığı bizlere de yansımış olmalı ki, öğrendiklerimiz bize işi daha çok sevdirdi. İş hayatının içinde özelikle uygulamanın içinde olmamızı desteklerdi. Babam benim için her zaman bir rol model oldu. Bana zor durumları yönetmeyi öğretti.
SİZİN ÇOCUKLARINIZLA İLİŞLERİNİZ HANGİ DURUMDA?
Babamızla olan ilişki şekli hayatımda tepkisel bir yaklaşıma neden oldu. İki çocuğumla da oldukça yakın ve iyi bir ilişkim var. Ne kadar yoğun bir tempoda çalışırsam çalışayım aileme her zaman vakit ayırmaya özen gösteriyorum. Planlamayı doğru yaptığınız zaman her şeye vaktiniz yetiyor. Çocuklarla sabah kahvaltısı ve akşam yemeği yemenin, gün içindeki gelişmeleri paylaşmanın, sürekli diyalog içerisinde olmanın son derece önemli olduğuna inanıyorum. Onlara iş yoğunluğum arasında gerekli vakti mutlaka ayırıyorum ve her türlü paylaşımı karşılıklı yaptığımızı düşünüyorum. Kendimi sadece onların hayallerini gerçekleştirmek için bir destek verme unsuru olarak görüyorum. Aslında hayatımda iş ve yaşam dengesini ayarlamam biraz zaman alsa da bunu gerçekleştirmenin mutluluğunu yaşıyorum. Babam sağken yılda iki kez ailemizin tüm bireylerinin yer aldığı tatil yapardık. Küçük yaşta pek çok farklı yer görme imkânım oldu. Bu geleneği onun vefatından sonra ben de devam ettirmeye çalıştım. Çekirdek ailem ve hemen hemen tüm aile fertlerinin yer aldığı bir tatili mutlaka gerçekleştirmeye çalışırız. Sonrasında herkes kendi çekirdek ailesiyle tatilini yapar. Bu tempoda aileye fazla zaman ayırmak çok kolay bir şey değil ama mümkün olduğunca kaliteli bir şekilde onlarla olmaya çalışıyorum.
Babam eğitime de çok önem verirdi. Bende babamın izinden giderek çocuklarımın iyi eğitim alması için elimden geleni yapıyorum.
BABANIZIN VEFATINDAN SONRA ASAŞ’IN YK BAŞKANLIĞINA GETİRİLDİNİZ. GÖREVİNİZ SİZE NELER HİSSETTİRDİ, NELERDEN GÜÇ ALDINIZ?
Tüm ailenin bana güveni ve inancı sonucu babamın vefatından sonra yönetim kurulu başkanlığı görevi bana verildi. Bu benim için onur verici olduğu kadar gerçekten çok zor bir görevdi. “Çevrende her zaman güveneceğin adamlar olsun, bilgini paylaş, asla kibirli olma ve yılmadan çalış.” diyen babamın sözü benim için yol gösterici, rota belirleyici oldu. Babamın altın öğüdünü ilke edinerek, kâğıt üzerinde yazılı ilkelerin ancak uygulanma planları ve somut adımlarla anlam kazanacağının bilinciyle şeffaf bir şekilde çalışmaya başladım. Örneğin; çok önemli kararları yönetim kurulumuzun oybirliğiyle alıyoruz. Çünkü biliyorum ki; yönetim kurulu ve profesyonel yöneticilerinizle beraber oluşturduğunuz vizyonu tüm çalışma arkadaşlarınızla rahatlıkla paylaşabiliyorsanız ve onların gözünün içine baktığınız zaman yapılabileceğinizin en fazlasını beraber yaptık diyebiliyorsanız omuzlarınızın üzerinde size rahatsızlık verecek hiçbir yük olmuyor.
BİRAZ DA KİŞİSEL SORULAR YÖNELTMEK İSTİYORUM:
KENDİNİZİ NASIL TANIMLARSINIZ?
Çok mutlu, korkularından sıyrılmış biriyim. Tek amacım iyi biri olup, bir elimle insanlara dokunabilmek. Bulunduğum ortamın enerjisinin huzurlu, mutlu olması benim için çok değerli ve önemlidir. Negatiflikten hiç hoşlanmıyorum. O tür ortamlardan da hemen kaçmayı tercih ederim. Ayrıca babamdan bana yadigâr kalan “olduğun gibi görün” felsefesini benimsediğim için günümüzün gösterişinden uzak dururum. Tabi bu durum doğal olarak şirketlerimize de yansıyor. Ben demekten şiddetle kaçınırım. Konuşurken seçtiğim sözcükler, ilişki kuruş biçimim içten ve mütevazıdır.
HEP İYİ OLMAYI NASIL BAŞARIYORSUNUZ?
Hayat o kadar kısa ki, hiçbir şeye değmez, hele kötülük yapmaya hiç değmez. Beynim her zaman kötüyü ve kötülükleri ayıklıyor. İyiliği iyiliğe bağlıyor.
ANLADIĞIM KADARIYLA KİNCİ DEĞİLSİNİZ?
Hayatımda dargın olmayı sevmiyorum. Bana ne yapılırsa yapılsın çok ciddi değilse, yara açmıyorsa onun adına onu affedecek bir özür buluyorum. Karşımdaki yaptığını anlamadığımı sanarak onu geçici de olsa mutluluğuyla baş başa bırakıyorum. Yüzündeki gülümseme, mutluluk bana da huzur veriyor. Aslında küçük şeyleri kafamızda o kadar büyütüyoruz ki kendimize zarar veriyoruz. Oysa hayatta mutlu olmak için yaşıyoruz. Bu yüzden sabırlı olmayı öğrendim.
HAYATINIZDA ‘KEŞKE’ OLDU MU HİÇ?
Hayatımda hiç ‘keşke’m olmadı. Çünkü hayatta birçok ayrıcalığa sahip olsam da, yaşamın sunduğu ufak şeylerden de keyif alabiliyorum. Hayat “keşke”lerle geçirilecek kadar uzun değil, benim de bu tür düşüncelere ayıracak boş vaktim yok açıkçası. Hatalarımdan ders çıkartır, çalışmaya devam ederim.
FOBİNİZ VAR MI?
Yükseklik korkum var.
PLANLI BİRİ MİSİNİZ? YOKSA AKIŞA BIRAKMAKTAN YANA MISINIZ?
İstesem de çok planlı yaşayamıyorum. Tez canlı ve içinden geldiği gibi yaşayan biri olduğum için işte geçirdiğim mesai saatleri dışındaki programlarım hep spontane gelişiyor.
SİZİ EN ÇOK HANGİ DAVRANIŞLAR SİNİRLENDİRİYOR?
Yalan söylenmesine tahammül edemiyorum.
SEVDİĞİNİZ HUYUNUZ NEDİR?
En sevdiğim huyum, özelliğim ise vicdanım. Çok vicdanlı biri olduğumu düşünüyorum ama bunu bazen kullananlar da oluyor tabii ki. (gülüyor)
HAYATTAKİ EN BÜYÜK KORKUNUZ NEDİR?
Sevdiklerimi kaybetmek. Bir de yükseklik korkum var. Yüksek yerlere çıkamam.
BOŞ ZAMANLARINIZDA NELER YAPIYORSUNUZ? HOBİLERİNİZ NELER?
Denizi çok seviyorum. Balık tutmaktan ve yemekten büyük keyif alıyorum. Zaman zaman da yürüyüş yapıyorum.
SİZİ EN ÇOK NELER MUTLU EDER? NELER HEYECANLANDIRIR?
İnsanın her şeyden önce tutkularının farkına varması ve hayatını tutkuları doğrultusunda yaşaması gerekiyor. Aksi takdirde yaşanan hayatlar hep eksik, hep mutsuz oluyor. İnsanın ne ile heyecanlandığını, mutlu olduğunu keşfetmesi, onu hayattaki misyonuna yaklaştırır. Misyonu bulan insanlar; çalışmayı, mücadele etmeyi, işin ayrıntılarına girmeyi hiç sıkılmadan yaparlar. Böyle bir yoğunlaşma ve adanmışlıkla çalışmanın sonunda başarı da kendiliğinden geliyor. Benimde en büyük mutluluğum ve heyecanım firmalarımın devamlı büyümesi, yeni ve büyük müşterilerle çalışmaya başlamak, sürdürülebilir olmaktır.
KARARLAR ALIRKEN MANTIĞINIZA MI YOKSA DUYGULARINIZA MI GÜVENİRSİNİZ?
Aslında aldığımız en mantıklı kararlarda, duyguların da rol oynadığı bilimsel olarak kanıtlanmış bir gerçek. Dolayısıyla mantık ve duygu, iş birliği içinde ve bir arada çalışır. Duygular, mantıklı kararlara varmamızda yardımcı olabiliyor. Ancak çoğu kararları alırken, mantıksal olarak artı ve eksileri tartarım. Her kararın mantıksal olarak fayda ve zarar analizi yaparak çözümlemeye çalışırım. Tabi yaşadıklarım, deneyimlerim ve birikimlerim karar vermemde önemli rol oynar.
Yalnız şunu da belirtmeden geçemeyeceğim. Ben ikna etmeyi severim, ortak akla inanırım, herkesin birbirinden öğreneceği şeyler olduğunu düşünürüm. Babam insanların fikrini dinlerdi. Ben ikna edilmeye de açık biriyim. Tartışmaya açık olmayı ise babamdan öğrendim.
SOSYAL SORUMLULULUĞUN SİZİN İÇİN ANLAMI NEDİR?
Ülke ekonomisine ve istihdama katkı sağlamak; alanında sadece iş hedeflerine odaklanmayı değil toplumsal ve çevresel ihtiyaçlara da duyarlı olmayı ve çözümü için gayret göstermeyi de beraberinde getiriyor. Toplumun bizim gibi şirketlerden beklentisi de bu yönde. Biz de daha güçlü, daha sağlıklı, daha mutlu bir toplum olmaya katkıda bulunacak uzun soluklu ve sürdürülebilir sosyal sorumluluk projelerimizle insanların hayatında farkındalık yaratmayı ve onların motivasyonu yakalamalarını hedefliyoruz. Bu düşünceden hareketle 1990’lı yıllarda Yenişehir Umutspor diye mahalle kulübümüz vardı. Fabrikamızda çalışan ve aynı zamanda bu kulübün başkanlığını da yapan şefimiz, takımın zor günler yaşadığını ve maddi olanaksızlıklar nedeniyle kulübün kapanabileceğini söyledi. Bunun üzerine kulübün ismini ‘Asaşspor’ yaparak kendi bünyemize kattık. Bölgesel amatör liglerine kadar çıkarttık. Sonra Payas Belediyesi takımı almak istediğini ve destek vererek daha üst liglerde başarıyı yakalamak istediklerini söyleyince biz de kabul ettik. Takım şimdi 3. Lig de yer alıyor. Ayrıca amatör ligdeki takımımızın mücadelesi de sürüyor. Yine 6 yıl önce Asaşspor Futbol Okulu’nu kurduk. 125 öğrencimiz bulunmaktadır. Bu kulübümüz sayesinde sokaktaki çocuklarımızı topluma kazandırmaya çalışıyoruz.
SON OLARAK GİRİŞİMCİ ADAYLARINA NELER ÖNERİRSİNİZ?
Fikirlerini özgürce ifade etmekten, paylaşmaktan kaçınmasınlar. Çünkü her fikrin bir değeri var. Yaratıcı düşünen, sorgulayan, gözlem yapıp değer üretme odaklı çalışan bir insan olsunlar. Girişimci, risk alabilen, cesur olan, rekabetçi düşünce yeteneğine sahip olan kişiler başarıyı yakalar ve hedeflerine ulaşır.