Ekonomist Erkin Şahinöz Pandemi ile birlikte Türkiye ve Dünyada ekonomik öngörüleri paylaştı
Dönüşüm hiç bu kadar hızlı olmadı ama hiç bu kadar yavaş olmayacak
İnsan istedikten sonra başarır. Önemli olan niyet etmektir. Belki de ters mühendislik yapmaktır. Karşınıza bir problem çıktığında o problemi bir bütün olarak ele almak yerine önce sorunu parçalarına ayırın, bölün ve çözümünü yapın. Parçaların her birinin derdini ayrı ayrı çözdüğünüz zaman zaten bütünün de sorununu çözmüş olursunuz.
Çin’in Wuhan kentinde 2020 yılının ilk çeyreğinde karşımıza çıkan ve Dünya genelinde yüz binlerce insanın ölümüne yol açan Covid-19 virüsü salgını sosyal ve ekonomik yaşamı sekteye uğrattı. Arz ve talep şoklarının yanı sıra finansal piyasalarda da büyük dalgalanmalara yol açan pandemide Dünya’nın en büyük şirketlerinden en küçük girişimcilerine kadar herkes derin yaralar aldı. Bu dönemde küresel siyasette güç dengeleri değişirken, ekonomik düzende belirsizlikler yaşanıp, korumacı ekonomi politikaları ön plana çıkarken, toplumların sosyal yaklaşımları, tercihleri ve çalışma şekilleri de dönüşüme uğradı. Bu baş döndürücü hızla gerçekleşen değişim sürecinde dijitalleşme de giderek hız kazandı. Devletler, kurumlar ve şirketler stratejilerini belirlerlerken salgının olumsuz yönleri kadar beraberinde getirdiği önemli fırsat ve yenilikleri de göz önünde bulundurarak dijital dönüşüme entegre olacak şekilde yol almaya başladılar.
Biz de Rapor Dergisi olarak; küresel salgın ve onun ürettiği belirsizlik ortamında sizlere katkı sağlayacağını düşünerek ABD Merkez Bankası Fed Eski Araştırma Direktörü, ErkinŞahinöz Akademi Kurucusu ve Stratejik Yönetim Danışmanı Erkin Şahinöz ile Türkiye ve Dünya ekonomisindeki değişimler başta olmak üzere pek çok konuyu konuştuk. İçinde bulunduğumuz yeni gerçekliği tanımlamada ve adapte olma sürecimizde hepimize ışık olacağını umduğum röportajımızdan öne çıkan detayları paylaşıyoruz…
Türkiye’nin ve şirketlerimizin farklı düşünenlerin oluşturduğu bir anlayışla yönetilebilmesi büyük önem taşıyor.
Ne yazık ki; özellikle şirketlerde aykırı sese,
sivri ama yenilikçi söylemlere tahammül edemiyoruz.
Sivri akılları yani yetenekleri bulabilen ve yönetebilen şirketlere ihtiyaç var.
Bu tür insanların inovatif fikirlerinden faydalanalım ki bizleri yukarıya çeksinler.
Sivri akılları yönetebilen yani yetenek yönetimi yapmayı bilen şirketlere ihtiyaç var
ÖNCELİKLE YOĞUN İŞ TEMPONUZ ARASINDA BİZE ZAMAN AYIRDIĞINIZ İÇİN ÇOK TEŞEKKÜR EDİYORUM. HEMEN ŞUNU SORMAK İSTİYORUM. COVİD-19 SALGINI SONRASI HER ŞEY ESKİSİ GİBİ DEVAM EDER Mİ?
Sadece ülkemiz değil, Dünyanın da hazırlıksız yakalandığı, Covid-19 süreci sonrasında hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını söylemek abartılı olmayacaktır. Artık eski dünya düzeninin devam etmesi mümkün değil. Bunu kriptovarlık projelerinden de anlayabiliriz. David Chaum Şiberpunk grubunun “kurucu babası” olarak kabul ediliyor. 1985 yılında bir makale yayımlıyor. Başlık çarpıcı: “Kimlik Bilgisi Gerektirmeyen Güvenlik: Büyük Birader’i Hükümsüz Kılacak Ödeme Sistemleri.” Aslında ön çalışmaları 1985 yılında başlayan blokzincir projeleri 2009 yılında Bitcoin ile vücut buluyor.
BLOKZİNCİR İLE NEYİ KASTEDİYORSUNUZ?
Blokzincir gücün tek otoriteden tek merkezden alınması ve kalabalıklara dağıtılmasıdır. Bu değişime politika belirleyicilerin, ülkelerin ve şirketlerin uyum göstermesi önemlidir. Blokzincirin şeffaflık ve veri güvenliğinin yanı sıra akıllı sözleşmeler, anlaşma protokolleri ve güvenlik protokolleri gibi teknolojileri ile birlikte değerlendirilmesi gerekmektedir.
Gri alanlar asıl başarının doğduğu bölgedir
BU SÜREÇTE NASIL HAREKET EDİLMELİ?
Başarıyı yakalayabilmek için önümüze çıkacak fırsatlara yönelik gerekli stratejileri ve politikaları belirleyerek hazır hale gelmeliyiz. Salgın hastalık gibi öngörülemeyen riskli durumlar katma değerli üretimin artması ve yüksek teknolojide dışarıya bağımlılığın azalması için önemli bir fırsat penceresi açabilir. Onun için şirketlerimiz ve ülkemiz bu fırsat penceresini nasıl iyi yönetiriz, bundan nasıl yararlanırızın hesabını yapmalıdır. Yaşı müsait olanlar hatırlayacaktır, 2001 yılında Dünya büyük bir teknoloji balonunun patlamasına şahit oldu. O zaman ABD’nin kuluçka merkezi Silikon Vadisi’nde inanılmaz projeler üretiliyordu. Hatta iş öyle bir boyuta geldi ki; bir kasa bir masa şirketler 3 milyar dolar, 5 milyar dolar satışlarla, satın alma ve birleşmelerle yol alıyorlardı. Ancak 6 ay sonra büyük balon patladı. O yıllara dönüp baktığımızda balon patladı ama toz bulutları içerisinden Google, Amazon, Facebook, Twitter, Instagram, Alibaba gibi önemli internet projeleri ortaya çıktı. Böylece teknoloji alanındaki dünyaya damgasını vuran ülkelerin ötesine geçmiş bu tür uluslararası şirketlerin temelleri 2001 yılında atılmış oldu. Bugün ise 2030’da kendi hikayelerini yazacak, hegemonyasını oluşturacak merkeziyetsiz finans ve merkeziyetsiz web projeleri yaşama geçiriliyor. Bunu iyi görebilmemiz, bilerek, önyargıyla yaklaşarak reddetmememiz lazım. Ülkemizde bu bakış açısı çok fazla. Anlamadan, yeteri kadar bilgi sahibi olmadan, konu hakkında fikir sahibi olmak yerine ya hak etmediği şekilde kabulleniyoruz ya da hak etmediği şekilde reddediyoruz. Beyaz veya siyahta yaşamayı seven bir ülkeyiz. Oysa gri alan asıl başarının doğduğu bölgedir.
TÜRKİYE AÇISINDAN DÜŞÜNCELERİNİZİ PAYLAŞIR MISINIZ?
Türkiye gibi gelişmekte olan ülkeler için kırılganlık oldukça yüksek. Önemli olan başarının esas gerekliliği olan devamlılığın sağlanmasıdır. Üretimimizi durdurmamak, ayakta kalabilmek istiyorsak ülke olarak kapsamlı bir yol haritasına ihtiyacımız olacaktır. Dijital dönüşümü yakalayarak akıllı otomasyon teknolojilerini daha yaygın olarak kullanmalıyız. Şirketlerimiz veri üretimi, veri işlenmesi ve very analizine önem vermelidir. Bir şirket ürün bazında her ay serbest nakit akışı hesaplayamıyorsa başarılı stratejik kararlar veremez. Gelecekteki projelere nasıl dahil olacağımızı düşünmeliyiz. İnanıyorum ki; Türkiye bu iki konu üzerinde iradesini ortaya koyduğu takdirde, ülkemizin geleceği parlak ve önü açıktır. Aksi takdirde küresel mücadelenin aktörlerinden olmamız zora düşer.
ŞİRKETLER YÖNÜNDE DEĞERLENDİRİR MİSİNİZ?
Dönüşüm günümüzün kaçınılmaz bir olgusu haline geldi. Nitekim başarılı firmaları mercek altına aldığımızda giderek dijitalleşen dünyadaki değişikliklere sağladıkları uyum görülecektir. Şirketlerde, finansal ve risk yönetiminde zayıfız. İnsan kaynakları ve yetenek yönetiminde yönetiminde ciddi eksiklerimiz var. Yalın üretim ve yalın yönetim tekniklerini benimsemiş değiliz. Şirketlerimizde “iş zekası” uygulamaları yok, varsa da yetersiz.
AÇIKLAMALARINIZI DETAYLANDIRIR MISINIZ?
Açıkçası ekonomi çok makro kaldı. Olaylara tepeden bakmak doğru değil. Cari açık indi, çıktı, işsizlik oranı düştü gibi söylemlere takılmamalıyız. Her şey mikroda küçük parçalarda yani şirketlerde başlıyor. Katma değeri yüksek ürünler üretmemiz gerekiyor. Bu gün kilosu 1.1 dolar olan ürünleri üreten bir ülke konumundayız. Oysa kilosu 8-15 dolar değerinde olan ürünlerimizi pazarlayabilmeliyiz.
Şirketlerde, finans ve risk yönetimi zayıf
Şirketlerimizin FAVÖK karlılığını arttıracak malları ve hizmetleri üretebilmesi gerekiyor. Hatta üretilen bu kar gerçekten nakde dönüyor mu bunu düzenli olarak takip etmesi gerekiyor. Her ay ürün bazında serbest nakit akışının takip edilebileceği sistemleri kurmaları gerekiyor.
Çünkü FAVÖK karlılığı düşük ürünler üreten şirketlerden oluşan bir ekonomi ancak büyüyebilir. Büyür ama kalkınamaz. Ama FAVÖK karlılığı yüksek ürünler üreten şirketlerin çoğunlukta olduğu ülkeler hızlı ve sürdürülebilir bir şekilde kalkınır, insanları zenginleşir. Özetleyecek olursak büyüme ile kalkınmanın farklı şeyler olduğunu anlamalıyız. Ar-ge yaptığımız, ham maddesi ülkemizde bulunan, yurtiçindeki eğitimli, nitelikli çalışanlarımızla katma değeri yüksek ürünler üretir duruma geldiğimizde ve tasarlayan ekonomiye geçebildiğimizde kalkınabiliriz. Tabii burada da en büyük sorumluluk şirketlerimize düşüyor.
‘İNSAN’ UNSURUNA VURGU YAPTINIZ. NELER SÖYLEMEK İSTERSİNİZ?
Evet, her şeyin başında ‘insan’ unsuru geliyor. 1950’li yıllarda geliştirilerek imalat tekniklerinin bir bütün olarak “yalın üretim” kavramıyla tanımlanmasını sağlayan Japon endüstri mühendisi ve iş adamı Taiichi Ohno’nun, “İnsanlar Toyota'ya çalışmaya değil düşünmeye giderler” sözünü hatırlatmak istiyorum. Bu söz de anlatıyor ki; şirketlerin en önemli varlıkları çalışanlarıdır. Çalıştıkları yere düşünmek için giden insan ordusu yaratabildiğimiz zaman mikroda şirketleri, şirketler de ülkeyi kalkındırır. Bu nedenle liyakat, kalite, verimlilik gibi önceliklerden vazgeçmeyen insan ordumuzu kurmalıyız.
ÜLKEMİZ DE ŞİRKETLERİN UZUN ÖMÜRLÜ OLMAYIŞININ TEMELİNDE BUNLAR MI YATIYOR?
Türkiyede şirketlerin ortalama ömürleri 12-13 yıl iken Dünyadaki benzerleri çok daha uzun süre yaşayabiliyorlar. Neden sorusunu sorduğumuzda ise görüyoruz ki; Türkiye’de aile şirketlerinde maalesef aile veya ortaklık anayasaları bulunmadığı için bölünüyorlar. Dijital dönüşümde geri kalıyorlar. Şirket anayasaları bulunmuyor. Anayasa demek şirket yönetim kılavuzu demek. Anayasası olmayan bir ülkenin ayakta kalması mümkün değilse anayasası olmayan bir şirketin de uzun vadeli olması mümkün değildir.
KONUYU DETAYLANDIRIR MISINIZ?
Bir şirkettin üretimini, ticaretini, karını, zararını yani finansal kayıtlarını doğru tutması lazım. Hangi üründe ne kadar satış olmuş, hangi üründen ne kadar FAVÖK KARI gelmiş, HANGİ ÜRÜNLER ŞİRKETE SERBEST NAKİT AKIŞI YARATABİLMİŞ, bütün bunların İŞ ZEKASI raporunda düzenli olarak sunulması gerekiyor. Önemli olan satışın hangi üründen geldiği değil serbest nakit akışının hangi üründen geldiğidir. Ticari başarı aslında veriden çıkıyor. Türkiye’nin en büyük sıkıntısı bu alanda oluşuyor. Ne ülke ne de şirketler olarak veri üretemiyoruz. İş zekası uygulamalarımız olmadığı için üretimde fire oranını düşüremiyoruz, daha fazla işçi çalıştırmak zorunda kalıyoruz. Analiz yapamadığımız için kârda sandığımız üründe aslında zarar ediyoruz. Aynı nedenle karlılık endişesiyle fiyatını indirebileceğimiz üründe fiyatı indiremiyoruz. Demek ki her şey finansal tabloların bu büyük verinin işletmelerimizde yönetilmesiyle başlıyor. Bu yoksa yapılan çalışmaların hiçbir anlamı olmuyor. Bu verilerin çıkartabilmesi için de dijital dönüşüm hamlelerini tamamlamış olmak gerekiyor. Maalesef uluslararası uygulamalardan çok uzaktayız.
Bir de dış akıl kullanmaya açık olmamız gerekiyor. Kısa süreli dış akıllara odaklanmamız, iyi bir stratejik yönetim, yalın üretim danışmanıyla yol alabilirsek daha verimli çalışmalara imza atabiliriz.
SÖZLERİNİZİ ‘BİZ OLAMIYORUZ’ DİYEREK ÖZETLEYE BİLİR MİYİZ?
Aslında ‘biz’ olmanın tanımını yanlış yaptığımız için sıkıntılar yaşanıyor. ‘Biz’ kelimesinin gerçek tanımı aşure tatlısında yatıyor. Onun içerisine onlarca farklı ürün giriyor. Ancak bu farklı girdiler bir arada olmalarına rağmen hiçbiri özünden bir şey kaybetmiyor. Nohut, buğday, nar, kayısı, üzüm yani ne koyarsanız koyun hepsi aynen duruyor ama aromalarını, farklılıklarını aşureye dahil ediyorlar. Dolayısıyla Türkiye’nin ve şirketlerimizin farklı düşünenlerin oluşturduğu bir anlayışla yönetilebilmesi ve farklılıkların zenginliğinden yararlanabilmesi büyük önem taşıyor. Ne yazık ki; özellikle şirketlerde aykırı sese, sivri söylemlere tahammül edemiyoruz. Sivri akılları yönetebilen yani yetenek yönetimi yapmayı bilen şirketlere ihtiyaç var
Şirketlerde, finansal ve risk yönetiminde zayıfız.
İnsan kaynakları yönetiminde eksiklerimiz var.
Ekonomilerimizi mikro düzeye ulaştırmalıyız
RİSK ALMAKTAN KORKULUYOR DİYEBİLİR MİYİZ?
Öncelikle risk ve belirsizlik arasındaki farkı anlamalıyız. Bu hatalı yaklaşım ülkeler için de insanlar için de şirketler için de geçerli. Bizler hep konuşuyoruz. Risk yönetimi diye bir kavramdan bahsediyoruz. Risk, beklenen yumruktur. Belirsizlik ise beklenmeyen yumruktur. Covid-19 da tüm dünya ülkeleri için beklenmeyen bir yumruktu. O nedenle Covid-19 salgını belirsizliktir. Her şeye rağmen bu tür belirsizlik ihtimallerini göz önüne alarak hazırlığını yapmış olan ülkeler, şirketler daha çabuk sorunu çözebilirler.Belirsizlik yönetimi yapılabilir mi? Elbette. Belirsizlik, bilançonun üst katında yani net işletme sermayesi ile yönetilir.
ŞUANDA HANGİ NOKTAYA GELDİK?
Sanayi üretimi Covid-19 öncesindeki düzeyine erişerek kayıplarını geri almaya başladı. Büyümeye devam ediyor. Ama özellikle ülkemizde hizmet sektörü ağır yara aldı. Türkiye’nin istihdam piyasasında ciddi sorunları var. Çünkü milyonlarca insan iş aramaktan vazgeçmiş durumda. Bu çok önemli bir sorundur. İş aramaktan vazgeçmek çok önemli bir kriter. Çünkü sizi işsiz yerine dahi koymuyorlar. İşsiz olabilmeniz için iş arıyor olmalısınız. Ülke olarak üst üste üç dört yıl yüzde 5’in üzerinde sürdürülebilir bir büyümeyi yakalarsak istihdamdaki kronikleşmiş problemleri aşabiliriz.
TÜM OLUMSUZLUKLARA RAĞMEN UMUTLU MUSUNUZ?
Ben umutsuz değilim. Covid virüsünün varyantları da gelse bir şekilde artık dünya bunu aşıyla, ilaçla ve sağlık sektörünün düzgün yönetimiyle aşacaktır. Haliyle o eski kısıtlamaların, uzun süre ‘evde kal’ uygulamalarının kolay kolay yeniden devreye sokulacağına inanmıyorum. Hizmet sektörü de dahil olmak üzere ileriye dönük olarak özellikle önümüzdeki 1,5 yıl dünyada bu kadar bol ve ucuz para varken, bir de ABD'nin yeni başkanı Joe Biden’ın planladığı 1 trilyon dolarlık altyapı yenileme ekonomi paketinin yaşama geçirilmesi beklenirken hareketliliğin olacağını düşünüyorum. Çünkü bu paket dönecek dolaşacak önce ABD’ye, oradan bizim gibi gelişen ekonomilere fayda sağlayacak. Dış politikada olağanüstü sıkıntı yaşamazsa yabancı yatırımcının önümüzdeki dönemde Türkiye’ye yavaş yavaş yeniden giriş yapacağını tahmin ediyorum. Özellikle ihracat tarafında da hareketlilik arttığında bu yatırımlar daha da hızlanacaktır. Sadece bizler iş yapma kültürümüzü iyileştirmeliyiz. Şirketlerimizi daha stratejik ve bilimsel yöntemlerle yönetmeyi öğrenmeliyiz. Finansal tabloları doğru ve zamanında takip ederek ve bu verilerle iş zekası uygulamaları kurarak yol almalıyız.
NASIL BİR YOL İZLENMELİ?
Şirket bilançılarında iki temel sorun olabilir. Biri para birimi uyumsuzluğu, diğeri de vade uyumsuzluğu. Firmalarımız vade riskine maruz kaldıklarını ifade ediyorlar. Üç ay sonra ödemekle yükümlü oldukları bir kredi parasıyla üç sene sonra getirisini görecekleri bir yatırıma girerlerse vade riskiyle karşı karşıya kalırlar. Kısa vadeli parayla uzun vadeli yatırım yapılır mı? Dövizle mal alıp TL ile satıyor ve bu kur riskini VİOP ile yönetmiyorsan kur riskini bilerek ve isteyerek alıyorsun demektir. Bu nedenle yönetim sistemimizi hem ülke hem de şirketler olarak bilimsel verilerle üzerine kurmayı bilmeliyiz.
Çalıştıkları yere düşünmek için giden insan ordusu yaratabildiğimiz zaman mikroda şirketleri, şirketler de ülkeyi kalkındırır. Bu nedenle liyakat, kalite, verimlilik gibi önceliklerden vazgeçmeyen insan ordumuzu kurmalıyız.
Ters mühendislik yapmayı bilmeliyiz
BANKACILIK SEKTÖRÜMÜZÜ DEĞERLENDİRİR MİSİNİZ?
Bankacılık sektörümüz 2001 yılı sonrasında büyük bir dönüşüm geçirdi. Bankacılıkta kural, topladığın mevduatı krediye dönüştürmek değil topladığın mevduatı kredide batırmamaktır. Bankacılarımız çalıştıkları firmaların bilançosunu alsınlar ama öncesinde firmaları yerinde ziyaret etsinler, stratejilerini dinlesinler. Bizim eskitmemiz gereken şey koltuklarımız değil ayakkabılarımız olmalıdır. Firmaları ziyaret ederek onların 3-5 yıllık hayallerini, tedarikçilerini, müşterilerini nasıl yönettiklerini, hangi ürünlerin arka tarafta beklediğini, hangi yeni inovatif çalışmalar yaptıklarını, çalışanlarını, beşeri sermayesini, kalitelerini öğrenmeliler. Bunlar bilanço üzerinde bulunmaz. Bilançodaki en önemli kalem orada olmayanlardır. Bankacılılarımız reel sektörle kucaklaşarak iç içe hareket etmelidirler. ABD’de işler bu şekilde yürütülüyor. Kredi almak isteyen firmalardan 3 yıllık stratejilerini, işletme planlarını, pazar, müşteri ve rakip analizlerini, fiyatlamaları yazılı olarak bildirmelerini istiyor. Firmaların almak istedikleri krediyi hakkedecek bilgiye, stratejiye sahip olarak gitmeleri gerekiyor. Bunları yapmayı bilmeyenlere de devletin desteklediği danışmanlık firmaları aracılığıyla ücretsiz olarak öğretiliyor. Bizim de reel sektörümüzün bankacılıktan tam anlamıyla yararlanabilmesi için bu disipline kavuşabilmesi gerekiyor. Burada devlete de önemli bir rol düşüyor. Ülke olarak vahşi sulama yöntemiyle teşvik vermek yerine akıllı teşviklerle son derece kritik katma değeri en yüksek sektörlere destek vermeliyiz. Ülkemizde o kadar çok Anadolu kaplanı var ki; büyük bir kısmı sıçrama tahtasında duruyor. Ya para bulamadıkları için, ya da yalın üretimi bilmedikleri için veya pazarlama bölümleri zayıf olduğu için sıçramayı yapamıyor. Ama sıçrama tahtası üzerindeki bu tür kobilerimize imkân tanınırsa ülkemizi de beraberinde sıçratırlar. Devletimiz bu noktada gücü yetmeyen firmalarımıza danışmanlık hizmeti vermeli ve kaynaklarını özel tasarlanmış desteklerle sunmalıdır. Tabi ki; bankalar paradan para kazanacaklar. Bu nedenle para vereceği müşteriyi paydaş olarak görmesi gerekiyor. Amaç para verdiğiniz şirketi iyi anlamak, onun değerlerine, hayallerine yatırım yapmaktır. Dolayısıyla firmanın hayallerini anlayabilmeniz için o iletişimi sağlamalıyız. Bankacılık tarafında bugünkü yapıyla işin hayalinden koptuğumuzu düşünüyorum.
TÜRKİYE’DE BEYİN GÖÇÜ HIZLANDI. ÖZELLİKLE GENÇLERİMİZE NE MESAJ VERİRSİNİZ?
Beyin göçünün önüne geçebilmeniz için döviz mevduat hesaplarının düştüğünü görmeliyiz. Bizim vatandaşımız tasarrufunun ciddi bir bölümünü yastık altında tutuyor. Bankaya yatırdığı tasarruflarının çoğu da dövizde duruyor. Çünkü son yıllarda yaşanan krizler bu ülkede insanların kendi paralarına olan güvenlerini yitirmelerine yol açtı. Dolayısıyla ekonominize olan güvenimizi de yitirmişiz anlamı ortaya çıkıyor. Gençlerimize bu güveni tekrar kazandırmalıyız. Çünkü gençlerimiz o güveni dışarıda alıyorlar.
SİZ NE ÖNERİYORSUNUZ?
Verdiğim konferanslarımda yurt dışına kalıcı olarak yerleşmek için gitmemelerini öneriyorum. ‘Şartlar burada zor. Ama yine de gitmeyin’ diyorum. Nedenine gelince; Türkiye’nin, Fransa’nın, Almanya’nın, İngiltere’nin yani Dünya’nın birçok ülkesinin en iyi gençleri New York’ta bulunuyor. Dolayısıyla burada inanılması güç çok zor bir rekabet var. Gençlerimiz hep en iyilerin arasında savaşmak zorunda. Türkiye’de kendilerine yatırım yaparsalar, çalıştıkları şirketlerin üst yöneticilerini kendilerine bağımlı hale getirecek beceri setine sahip olurlarsa, günün dört saatini sosyal medyada geçirmek yerine, eğitim programları alarak kendilerini geliştirseler, rekabetin olmadığı bir coğrafyada hızlı bir şekilde daha fazla başarılı olabilirler. Gençlerimize yabancı ülkelerde tahsillerini yapsınlar, iş deneyimlerini kazansınlar ama sonra dönerek hem kendilerine hem de ülkemize değer katsınlar diyorum. Türkiye olarak üretilen ürünler üzerine ‘‘Made in Turkey/Türkiye’de üretilmiştir ’ damgası yerine ‘Designed in Turkey/Türkiye’de tasarlanmıştır’ diyebilecek duruma gelmeliyiz.
EKSİĞİMİZ NEDİR?
Bunun için tasarlayabilen zekaya sahip gençlerle yol almalıyız. O tasarımı üretebilecek zekâya sahip gençleri eğitebilecek sistemimizi kurgulayarak bu başarıyı yakalayabiliriz. Hem beyin göçü yapan gençlerimiz için hem de Türkiye’ye geçmişte yaptıkları yatırımlarla ülkemizin kalkınmasına katkı sunmuş yabancı yatırımcılar için bunu yapmalıyız. Güveni sağlar, eğitim sistemimizi de iyi kurgulayabilirsek beyin göçü olmayacağı gibi yatırımlar da artar.
Bir de Türk insanı olarak genelde trene ya hep son vagondan biniyoruz ya da treni kaçırıyoruz. Türkiye sanayi 2.0’ı, 3.0’ı yakalayamadı, üzülerek söylüyorum sanayideki 4.0 devrimini de yakalayamıyoruz. 4.0 dediğiniz endüstrinin içerisinde yapay zekâ, nesnelerin interneti, blokzincir teknolojisi, birbiriyle konuşan makineler ve onların siber güvenlik sistemleri var. Bütün bunların yerli yerine oturtulması lazım. Veri güvenliği, veri yönetimi diyoruz. Bu teknolojik dönüşümlerden uzakta kalmış bakış açısıyla şirketlerimizi, kendimizi yönetmeye çalışıyoruz. Her şeye önce kendimizden başlamalıyız. Dolayısıyla kendisine yatırım yapan şirketlerin kendisine yatırım yapan gençlerin başarısız olma ihtimali yoktur. Biz ağlaşmayı seviyoruz. ‘Olmadı, şartlar mümkün değildi, benim yaşadığım şehir de bu imkânlar yoktu’ diyoruz. Artık şehirler, ülkeler, şirketler kalmadı. Sınırların tamamen kalktığı bir dönem yaşıyoruz. Her şeye özellikle de bilgiye kolayca erişilebildiği dönemdeyiz. Bilgiye erişmiyorsak o bilginin uygulamaya geçirilmiş şekline de ulaşmak mümkün. Bunlara kendi irademizle uzak duruyoruz. Formül belli. Bu dönüşüme önce zihnen açık olmalıyız. Buna mesai harcayabilecek emek harcayabilecek iradeyi ortaya koymalıyız. Bunu yapınca geride kalmak mümkün değildir.
YANİ KONFOR ALANIMIZIN DIŞINA ÇIKAMIYOR MUYUZ?
Şu bir gerçek ki; Türkiye zihnen genç değil. Artık günümüzde gençliğin ve yaşlılığın tanımı değişti. Bu pandemi döneminde 65 yaş ve üstüne yaşlı diyerek evden çıkmamalarını istedik. Bu karar belki risk yönetimi açısından önemliydi denebilir. Ancak yaşadığımız yüzyılda takvim yaşı diye bir şey kalmadı. Yaşlılığın tanımına gelince; eğer kendimizi güvende hissettiğimiz konfor alanınızın dışına çıkıp risk alamıyorsak, yeni şeyleri tadamıyorsak, yeni girişimlere adım atamıyorsak yaşlıyız demektir. Türkiye’nin de bu anlamda zihnen gençleşmesi lazım.
Gençlerimize yabancı ülkelerde tahsillerini yapsınlar, iş deneyimlerini kazansınlar ama sonra dönerek hem kendilerine hem de ülkemize değer katsınlar. Türkiye olarak üretilen ürünler üzerine ‘‘Made in Turkey’ damgası yerine ‘Türkiye de tasarlanmıştır’ diyebilecek duruma gelmeliyiz.
Bağırsaklarını yönetebilen insanlar başarılı olabiliyor.
Bağırsaklarını yönetebilen insanlar başarılı olabiliyor. Aşırı mutluluk ve aşırı üzüntü anlarımız daha çok bağırsaklarımız tarafından yönetiliyor. Aslında insanın ikinci beyni bağırsaklarıdır
Biraz da özel sorular yöneltmek istiyorum
SİZİ KISACA TANIYABİLİR MİYİZ?
1976 yılında İstanbul’da doğdum. Boğaziçi Üniversitesi Makina Mühendisli’ğini bitirdikten sonra ABD’de University of Nebraska’da burslu olarak önce MBA sonra da aynı üniversitede ekonomi üzerine yüksek lisans eğitimini bitirdim. 1999’da araştırma asistanı olarak başladığım profesyonel çalışma hayatımı 2000-2002 yılları arasında ABD’nin ulusal danışmanlık şirketi Business Development Center’da bankalardan reel sektöre çok farklı sektör ve iş kollarındaki şirketlere danışmanlık yaparak sürdürdüm. 2002’de ekonomist olarak transfer edildiğim Kısa adı FED olan ABD Merkez Bankası’nda opsiyonları kullanarak geliştirdiğim merkez bankalarının faiz değişikliklerini tahmin eden finansal model sayesinde terfi alarak Ekonomik Araştırmalar Grubu Direktörü olarak atandım. Ancak içimdeki Türkiye özlemi nedeniyle 2007 yılında ülkeme döndüm. Arıkanlı Holding’te Strateji Koordinatörlüğü ve İş Geliştirme bölümünü kurduktan iki yıl sonra Avusturya’nın en büyük bankası Erste Bank’ın Türkiye Genel Müdürlüğü’ne atandım. Türkiye operasyonlarını sıfırdan kurarak Türkiye’de yatırımı olan yabancı ve yerli kurumsal yatırımcılara brokerage/yatırım bankacılığı hizmeti verdim. Birçok firmanın kurumsal finansman, halka arz süreçlerini yönettim.
Birçok ulusal dergi ve gazetede köşe yazarlığı, ayrıca televizyon kanallarında ekonomi ve piyasa yorumculuğu yaptım. Başta İstanbul Sanayi Odası (İSO) olmak üzere birçok kurumun da Stratejik Yönetim danışmanlığını yaptım. 2013 yılında da ‘ErkinŞahinöz Akademi’yi ortaklı olarak kurdum. Aralarında halka açık şirketler de olan yüzlerce yurt içi işletmeye danışmanlık ve eğitim hizmeti vermiş, yurt dışında yöneticilik deneyimine sahip, karar noktalarında bulunmuş, iş modelleri geliştirmiş, farklı sektörler ve iş alanlarında yüksek düzeyde tecrübe sahibi ekibimiz ile Türkiye’nin birçok şehrinde, çok farklı sektörlerde faaliyet gösteren ve çok çeşitli ölçekteki işletmelere ‘stratejik yönetim, marka ve iletişim yönetimi ve dijital dönüşüm alanlarında’ danışmanlık ve eğitim hizmetleri veriyorum.
YAKALADIĞINIZ BAŞARININ TEMELİNDE NELER YATIYOR?
Benim için başarı bir süreklilik. Başarı bir akşamda gelmiyor. İyi bir sporcuyum. Birçok spor dalıyla uğraştım. Sporun getirdiği disiplin var. Başarı aslında bir süreklilik işidir. Her gün çıtayı bir adım yukarı çıkarabilmektir. Sürekli öğrenmek, sürekli iyi yönde değişimdir. Başarı, DOĞRU yapılan ÇOK sayıda KÜÇÜK işin BİLEŞKESİDİR.. Yeter ki siz o işleri küçümsemeyin. Dolayısıyla herkesin sabah 6 da kalktığı bir yerde sabah 03.00’da kalkabilmektir. Ben geceleri 11 gibi yatıp sabah 03.00’da kalkıyorum. Herkesin bıraktığı yerde bir iki saat daha fazla çalışıyorum. Herkesin ayda bir kitap okuduğu yerde iki günde bir kitap bitiriyorum. Ne kadar çok insanın hayatını o kitaplarla ve uygulamalarıyla hayatımıza dâhil edebiliyorsak başarıya ulaşmamak imkânsızdır. Bir de vazgeçmemek önemli. Düşüş anlarında dahi vazgeçmemeyi bilmeliyiz. Ben ona bağırsak yönetimi diyorum. Bağırsaklarını yönetebilen insanlar başarılı olabiliyor. Aşırı mutluluk ve aşırı üzüntü anlarımız daha çok bağırsaklarımız tarafından yönetiliyor. Aslında insanın ikinci beyni bağırsaklarıdır. Ayakları yere basmayacak kadar büyük hayaller kurmak ve bu hayalleri gerçekleştirebilecek iradeyi masaya koymak başarının anahtarı.
SON OLARAK SİZ YETENEKLİ Mİ, BECERİKLİ MİSİNİZ?
Ben yeteneğe inanmıyorum. Benim için değerli olan beceridir. İnsanlar en çok yaptığı işi sık sık tekrarlayarak ileri noktalara taşırsa becerikli olur. Oysa yetenek doğuştan var olan bir özelliktir. Sizin onu ne kadar ileriye götürdüğünüz de beceriyle olur. Herkesin bir ömre ikiden daha fazla kariyer sığdırmak zorunda olduğu bir dünyada yaşıyoruz. Burada yarışta öne çıkabilmenin yolu çoklu beceri setine sahip olmaktan geçiyor. Gençlerin de bu şekilde, bu gözle kendilerine yatırım yapması gerekiyor. Bir ömre çok fazla kariyer sığdırmalılar. Her şey çalışılarak başarılır. Yapılamayacak hiçbir şey yoktur. İnsan istedikten sonra başarır. Önemli olan niyet etmektir. Belki de ters mühendislik yapmaktır. Benim belki de güçlü yanlarımdan biri vazgeçmememin yanı sıra ters mühendislik yapıyor olabilmemdir. Karşınıza bir problem çıktığında o problemi bir bütün olarak ele almak yerine önce sorunu parçalarına ayırın, bölün ve çözümünü yapın. Parçaların her birinin derdini ayrı ayrı çözdüğünüz zaman zaten bütünün de sorununu çözmüş olursunuz. Bu bende küçük yaştan beri vardı. Yani bir sorun karşıma çıktığında bir anda onun tümü yerine küçük parçalarıyla ilgilenirdim. Sorunlara hep öyle yaklaştığım için başarılı olduğumu düşünüyorum.